Küreselleşme, tarım ve gıda tedarik zincirlerini tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirine bağladı. Ancak bu bağ, aynı zamanda kırılganlığı da beraberinde getirdi. Son yıllarda yükselen korumacı politikalar ve ticaret savaşları, bu karmaşık ağı derinden sarsıyor. Tarım ürünlerine konulan tarifeler, ithalat kısıtlamaları ve siyasi gerilimler, sofralarımıza ulaşan gıdanın maliyetinden çiftçinin geçimine kadar geniş bir yelpazede etki yaratıyor. Peki, ticaret savaşları tarım ve gıda sistemini nasıl yeniden şekillendiriyor?
1. Maliyet Artışı ve Fiyat Dalgalanmaları
Ticaret savaşlarının en doğrudan etkisi, tarife artışlarıyla ortaya çıkıyor. Örneğin, 2018’de ABD ile Çin arasında başlayan ticaret savaşında, Çin’in ABD soyasına %25 ek vergi koyması, küresel soya piyasasını altüst etti. ABD’li çiftçiler ürünlerini satamazken, Çin alternatif tedarikçiler aramak zorunda kaldı. Bu durum, Brezilya’nın soya ihracatını artırsa da, nakliye rotalarının değişmesi lojistik maliyetleri fırlattı. Sonuçta, tüketiciye yansıyan fiyatlar arttı, enflasyon baskısı tarım-gıda sektöründe hissedildi.
2. Tedarik Zincirinde Kopuşlar ve Stokçuluk
Ticaret savaşları, ülkeleri “acil çözümler” bulmaya itiyor. Bir ülkenin aniden ithalatı durdurması veya vergi koyması, tedarik zincirlerinde beklenmedik kopuşlara yol açıyor. Örneğin, Rusya‘nın buğday ihracatına getirdiği kısıtlamalar, Ortadoğu ve Afrika’da ekmek fiyatlarını artırırken, Mısır gibi buğday ithalatına bağımlı ülkelerde gıda güvenliğini tehdit etti. Ayrıca, hükümetlerin “stokçuluk” politikaları (COVID-19 döneminde pirinç ve buğday stoklamaları gibi), piyasalarda suni kıtlık yaratarak fiyatları spekülatif şekilde yükseltti.
3. Çiftçi ve Üretici Üzerinde Belirsizlik
Ticaret savaşlarının en ağır bedelini çiftçiler ödüyor. Piyasa belirsizliği, ekip biçme kararlarını riske sokuyor. ABD’de soya çiftçileri devletten acil yardım alırken, Hindistan’daki pamuk üreticileri Çin’e ihracatın kesilmesiyle iflasın eşiğine geldi. Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük çiftçiler ise uluslararası dalgalanmalara karşı daha savunmasız. Türkiye gibi hem ihracat hem ithalat yapan ülkelerde ise dalgalanmalar çiftçiyi (örneğin, fındık üreticisini) olumsuz etkileyebiliyor; ihracat pazarlarının daralması veya girdi maliyetlerinin (tohum, gübre) artması kârlılığı düşürüyor.
4. Gıda Güvenliği Riski
Dünya nüfusunun artışı ve iklim krizi, gıda güvenliğini zaten tehdit ediyor. Ticaret savaşları ise bu riski katlıyor. İthalata bağımlı ülkeler, ani vergi artışları veya ambargolar nedeniyle gıdaya erişimde sıkıntı yaşıyor. Örneğin, Filipinler’in pirinç ithalatında yaşadığı kesinti, temel gıda maddesinin fiyatını ikiye katladı. Türkiye’de de buğday ve yağlı tohumlarda dışa bağımlılık, benzer bir kriz senaryosunu akla getiriyor.
5. Uzun Vadede Değişen Dengeler
Ticaret savaşları, şirketleri ve ülkeleri tedarik zincirlerini “yeniden konumlandırmaya” zorluyor. Çin, tarım ithalatını Brezilya ve Rusya’ya kaydırırken, AB ülkeleri yerel üretimi teşvik ediyor. Bu durum, kısa vadede maliyetli olsa da, bölgesel tedarik ağlarını güçlendirebilir. Ancak, sürdürülebilir tarım hedefleri (iklim dostu üretim gibi) maliyet nedeniyle göz ardı edilebiliyor. Öte yandan, Türkiye gibi tarım potansiyeli yüksek ülkeler, Avrupa ve Orta Doğu’ya ihracatı artırarak bu değişimden faydalanabilir.
Sonuç: İş Birliği mi, Kaos mu?
Ticaret savaşları, kısa vadeli “ulusal çıkarlar” uğruna, uzun vadede küresel gıda sistemini istikrarsızlaştırıyor. Çözüm, korumacılık yerine çok taraflı iş birliklerinde yatıyor. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarının güçlendirilmesi, acil durumlarda stok yönetimi için uluslararası protokoller ve şeffaf piyasalar, krizleri önleyebilir. Türkiye’nin de tarım diplomasisini aktifleştirerek, hem ithalat-ihracat dengesini koruması hem de bölgesel iş birlikleri (Karadeniz Tahıl Girişimi gibi) ile öncü rol oynaması gerekiyor. Unutmamalı: Açlık ve gıda enflasyonu, sınır tanımaz.