İhracat, bir ülke ekonomisinin büyümesinde ve döviz gelirlerinin artmasında kilit bir rol oynar. Ancak bazı durumlarda ihracatı artırmak amacıyla uygulanan yöntemler, kısa vadede kazanç gibi görünse de uzun vadede ülkeye zarar verebilecek sonuçlar doğurabilir. Bu yöntemlerden biri de dampingdir. Damping, basitçe ifade etmek gerekirse, bir malın dış piyasaya iç piyasadan daha düşük fiyatla satılmasıdır. Bu strateji ilk bakışta ihracat rakamlarını artırıyor gibi görünse de, altında ciddi yapısal problemleri barındırır.
Damping uygulayan firmalar, dış pazarlarda fiyat avantajı yakalayarak rekabet gücü elde etmeye çalışırlar. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, sanayileşmiş ülke pazarlarında yer edinebilmek için dampingli satışlara yönelebilir. Kısa vadede ihracat hacminin artması, istihdamda geçici bir rahatlama ve üretim kapasitesinde yükseliş yaratabilir. Ancak bu politikaların sürdürülebilirliği sorgulanmalıdır. Çünkü damping, esasen ürünün gerçek değerinin altına satılması anlamına gelir ve bu, uzun vadede hem firmaları hem de ülke ekonomisini olumsuz etkiler.
Öncelikle damping, kârlılığı zedeler. Bir firma ürününü maliyetinin altında veya kârsız bir düzeyde satıyorsa, bu durum kısa vadeli nakit akışı sağlasa da uzun vadede sermaye erozyonuna neden olur. Ar-Ge’ye, teknolojiye ve marka değerine yapılacak yatırımlar ertelenir ya da tamamen ortadan kalkar. Böylelikle şirket, rekabet gücünü fiyata indirgemiş olur. Bu da onu sürekli düşük fiyatla ayakta kalmaya zorlar; yani kendisini döviz kazancı için değerinden vazgeçen bir kısır döngüye sokar.
Diğer yandan damping, hedef pazarlarda siyasi ve ekonomik yaptırımların da kapısını aralar. Birçok ülke, dampingli ürünlerin kendi üreticilerine zarar verdiğini savunarak anti-damping vergileri uygular. Bu tür yaptırımlar, ihracatın ani bir şekilde düşmesine neden olabilir. Daha da önemlisi, bu durum ülkenin dış ticaret imajını zedeler. “Ucuzcu” ülke algısı yerleşir ve kaliteli ürün sunma kabiliyeti sorgulanır hale gelir. Uluslararası ticaret arenasında saygınlık, sadece rekabet değil; güven, sürdürülebilirlik ve kaliteyle de ölçülür.
Dampingin bir başka gizli maliyeti de içerideki üreticiye olan etkisidir. Dış piyasaya ucuz ürün satabilmek için yapılan maliyet kısıtlamaları, çoğu zaman iç pazara yansır. Kalitesiz hammadde kullanımı, düşük işçilik ücretleri ve çevresel maliyetlerden kaçış, toplumsal refahı aşağı çeker. İç piyasadaki tüketici, dampingle dolaylı olarak cezalandırılır. Öte yandan yerli üreticiler, devlet destekli dampingle dış pazara açılan firmalarla rekabet etmekte zorlanır ve sektör içi dengesizlikler baş gösterir.
Tüm bu etkiler bir araya geldiğinde, damping stratejisinin yalnızca bir “rakamsal büyüme” yanılsaması yarattığı ortaya çıkar. Oysa ekonomik büyümenin niteliği, niceliğinden daha önemlidir. Gerçek bir kalkınma hikayesi; verimliliğe, teknolojiye, yüksek katma değerli üretime ve marka gücüne dayanmalıdır. Fiyat kırarak pazar kazanmak kolaydır ama aynı pazarda yıllarca güvenle kalmak çok daha zordur.
Sonuç olarak, damping politikası bir ülke için kısa vadeli bir doping etkisi yaratabilir. Ancak her doping gibi bu da vücutta tahribat bırakır. İhracatın sürdürülebilirliği, düşük fiyatla değil; yüksek kalite, güçlü tasarım ve yenilikçilikle sağlanabilir. Aksi takdirde, bugün kazanılan pazarlar yarın ağır bedellerle kaybedilebilir. Damping, geçici bir kazanç uğruna uzun vadeli değerlerden feragat etmektir. Her feragat, geleceğin maliyet hanesine yazılır.