Son yıllarda gerek ulusal basında gerekse yerel yayın organlarında sıkça rastladığımız “Yerli Üretici Zor Durumda” manşeti, aslında yalnızca bir haber başlığı olmanın ötesinde, Türkiye’nin üretim temelli kalkınma stratejisinde yaşanan derin yapısal sorunların dışa vurumudur. Bu manşetin arkasında küresel rekabetin acımasız gerçekleri, plansız büyümenin maliyeti, ithalata dayalı tüketim alışkanlıkları, girdi maliyetlerindeki kontrolsüz artışlar ve yeterince etkinleştirilememiş devlet destek mekanizmaları bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki bu manşet, kamuoyunun gündeminde yer bulduktan kısa süre sonra unutulmakta, üreticinin sesi kalıcı ve sürdürülebilir politikalarla değil, dönemsel söylemlerle bastırılmaktadır.
Yerli üreticinin yaşadığı sorunların temelinde uzun süredir devam eden ithalata bağımlı üretim modeli yer almaktadır. Türkiye, birçok sektörde hammaddeden yarı mamule, makineden teknolojik ekipmana kadar geniş bir yelpazede dışa bağımlı bir üretim yapısına sahiptir. Bu durum, döviz kuru hareketlerine son derece hassas bir ekonomik zemin oluşturmakta, kurdaki en ufak bir dalgalanma üretim maliyetlerini doğrudan yukarı çekmektedir. Üreticiler artan maliyetleri nihai ürün fiyatına yansıtmak istediklerinde ise hem iç pazarda rekabet güçlerini kaybetmekte hem de ithal ürünlerle fiyat rekabetine girememektedirler. Böylece çarklar durma noktasına gelirken, işletmeler ya küçülmeye gitmekte ya da iflasla karşı karşıya kalmaktadır.
Bir başka önemli sorun, yerli üreticinin pazarlama, markalaşma ve dijital dönüşüm gibi alanlarda yeterince desteklenmemesidir. Üretim yapmak tek başına yeterli değildir; ürettiğini katma değere dönüştürebilmek, iç ve dış pazarda tutundurabilmek en az üretim kadar stratejiktir. Ancak özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler, bu dönüşüm süreçlerinde hem finansal hem de bilgi eksikliği nedeniyle geri planda kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yerli üreticiye yönelik destekler sadece teşvik belgesi veya kredi temini ile sınırlı kalmazken, Türkiye’de bu destekler çoğu zaman bürokratik engellere takılmakta veya uygulamada etkisini yitirmektedir. Mevzuat karmaşası, hantal destek sistemleri ve öngörülemeyen ekonomik kararlar, üreticinin önünü görememesine neden olmaktadır.
Yerli üreticinin yaşadığı darboğaz sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal bir risk unsurudur. Üretimin sekteye uğradığı her sektör, beraberinde istihdam kaybını, sosyal huzursuzluğu ve gelir adaletsizliğini de getirmektedir. Anadolu’nun pek çok bölgesinde faaliyet gösteren aile işletmeleri, sadece ekonomik bir birim değil, aynı zamanda sosyal dokunun da taşıyıcısıdır. Bu işletmelerin kapanması, sadece bir fabrikanın kapanması değil, bir mahallenin sessizleşmesi, bir ailenin umudunu kaybetmesi anlamına gelir. Bu yüzden “yerli üretici” meselesi, sadece sanayi politikalarının değil, aynı zamanda sosyal kalkınma ve bölgesel eşitlik politikalarının da merkezine oturtulmalıdır.
Elbette ki bu tablonun tek sorumlusu devlet politikaları değildir. Tüketici tercihlerinin de bu krizi derinleştirdiği açıktır. Kaliteye, sürdürülebilirliğe ve yerli üretime değer vermeyen bir tüketim anlayışı, ithal ürünlerin pazarda daha rahat yer bulmasına zemin hazırlamaktadır. Oysa bilinçli bir tüketici, sadece fiyat odaklı değil, ürünün arkasındaki emeğe ve ekonomiye katkısına göre de tercih yapmalıdır. “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı” anlayışı, artık sadece çocukların söylediği bir slogan değil, ekonomik bağımsızlığın temel şartlarından biridir.
Bugün karşı karşıya kaldığımız tablo, sürdürülebilir bir üretim ekonomisi inşa edilemediğinde nelerin kaybedileceğinin açık bir göstergesidir. Yerli üreticinin ayakta kalması, sadece belirli sektörlerin değil, tüm ekonomik sistemin direncini artıracaktır. Bu nedenle yapılması gereken; günü kurtarmaya yönelik desteklerden ziyade, üretimi cazip kılacak yapısal reformları hayata geçirmektir. Nitelikli işgücünden vergi politikalarına, enerji maliyetlerinden dijitalleşmeye kadar birçok başlıkta kapsamlı bir reform seferberliği gereklidir. Aksi halde, bu manşetlerin sayısı artacak, içerikleri daha da ağırlaşacak, ve üretimden kopan bir ekonominin bedelini hep birlikte ödemek zorunda kalacağız.
“Yerli Üretici Zor Durumda” manşeti sadece bir haber değil; hepimize yöneltilmiş ciddi bir uyarıdır. Bu uyarıyı duymak, anlamak ve harekete geçmek için daha ne bekleniyor?