Küresel Rekabetin Yeni Cephesi ve Dünya Ekonomisinin Geleceği

Geleneksel küresel rekabet, askeri güç ve sanayi kapasitesi üzerinden tanımlanırdı. Ancak 21. yüzyılın üçüncü on yılına girerken, bu paradigmada köklü bir değişim yaşanıyor. , temiz enerji, nadir toprak elementleri, veri egemenliği ve dijital birimleri, uluslararası rekabetin yeni savaş alanları haline geldi. Bu dinamikler, dünya ekonomisinin geleceğini şekillendirirken, devletlerin stratejilerini de yeniden tanımlıyor.

1. Savaşları: Yeni Güç Göstergesi

Teknoloji artık sadece ekonomik büyümenin değil, jeopolitik nüfuzun da anahtarı. ABD ve Çin arasındaki yapay zeka (YZ) ve yarı iletken yarışı, bu rekabetin sembolü haline geldi. ABD’nin 2022 ÇİPS ve Bilim Yasası, yarı iletken üretimini Asya’dan çekmeyi hedeflerken, Çin ise “Made in China 2025” ile kritik teknolojilerde kendi kendine yeterliliği amaçlıyor. Ancak bu yarışın kazananı sadece ekonomik çıktılar değil; askeri üstünlük, veri kontrolü ve küresel standartların belirlenmesi de söz konusu. Örneğin, 5G ağlarında Huawei’nin liderliği, Batı’da güvenlik endişelerini tetiklerken, Çin’in “Dijital İpek Yolu” projesiyle teknoloji diplomasisi yeni bir boyut kazanıyor.

2. : Enerji ve Madenler Üzerinden Küresel Hegemonya

İklim krizi, temiz enerjiye geçişi zorunlu kılarken, bu alandaki rekabet de kızışıyor. Lityum, kobalt ve nikel gibi kritik mineraller, “21. yüzyılın petrolleri” olarak anılıyor. Çin, bu madenlerin işlenmesinde %80’lik küresel payla baskın konumda. AB ise 2030’a kadar stratejik hammaddelerin %10’unu yerel kaynaklardan, %40’ını ise geri dönüşümle karşılamayı planlıyor. Aynı zamanda, ABD’nin Düşürme Yasası (IRA) ile 369 milyar dolarlık temiz enerji sübvansiyonu, Avrupa’yı “yeşil korumacılığa” itti. Fosil yakıt çağının sona ermesi, enerji jeopolitiğini yeniden yazarken, Afrika ve Güney Amerika’daki maden rezervleri, yeni bağımlılık ilişkileri yaratıyor.

3. Jeopolitik Depremler: Bloklaşma ve Yeni İttifaklar

ABD-Çin gerilimi, “stratejik rekabet” adı altında küresel tedarik zincirlerini parçalıyor. “Güvenilir şirketleşme” (friend-shoring) kavramı, Batılı şirketleri Çin’den , Vietnam veya ‘ya kaydırıyor. Ancak Çin’in Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) ve Kuşak-Yol İnisiyatifi’ndeki ısrarı, alternatif bir küresel sistem inşasını işaret ediyor. ‘in genişlemesi (Suudi Arabistan, İran, Mısır dahil) ve yerel para birimleriyle ticaret, dolar hegemonyasına meydan okuyor. Bu kutuplaşma, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi kurumları işlevsizleştirirken, bölgesel anlaşmaları (CPTPP, RCEP) öne çıkarıyor.

4. Gelecek Senaryolar: Fırsatlar ve Tehlikeler

Yeni rekabet dinamikleri, ekonomide çift taraflı bir etki yaratıyor:

  • Fırsatlar: Teknolojik atılımlar (örneğin, nükleer füzyon), enerji bağımsızlığı ve dijital para birimleriyle finansal kapsayıcılık. Gelişmekte olan ülkeler, kritik maden rezervleriyle küresel değer zincirinde söz sahibi olabilir.
  • Riskler: Teknoloji bloklaşması, dijital bölünme ve “yeşil enflasyon.” ‘na göre, iklim uyum maliyetleri 2030’a kadar yıllık 300 milyar dolara ulaşabilir. Ayrıca, YZ’nin işgücü piyasalarını dönüştürmesi, sosyal eşitsizlikleri derinleştirebilir.

Sonuç: Rekabet mi, İş Birliği mi?

Küresel sistem, 1945 sonrası Bretton Woods düzeninden daha karmaşık bir evreye giriyor. Ancak iklim değişikliği, pandemiler ve siber güvenlik gibi ortak tehditler, ulusların rekabet kadar iş birliğini de zorunlu kılıyor. Örneğin, COP28’de fosil yakıtların aşamalı azaltılması konusundaki anlaşmazlıklar, kolektif eylem ihtiyacını gösterdi. Yeni dünya düzeni, “ya sıfır toplamlı oyun ya da paylaşılan ” ikilemi arasında şekillenecek. Rekabet, inovasyonu hızlandırabilir; ancak sürdürülebilir bir gelecek için küresel kurallara ihtiyaç var. Unutulmamalı: Hiçbir ülke, tek başına iklim krizini durduramaz veya yapay zekanın etik sonuçlarını yönetemez.

Küresel ekonominin geleceği, dengeli bir rekabet-iş birliği formülüne bağlı. Bu denge kurulamazsa, insanlık refah yerine kaosla yüzleşebilir.