Küresel ekonomi son yıllarda büyük bir belirsizlik sarmalına girdi. Pandemi sonrası toparlanma süreci, enflasyonun kalıcı hale gelmesi, jeopolitik gerginliklerin artması ve merkez bankalarının para politikalarındaki yön değişiklikleri, yatırımcıların güvenli liman arayışını yeniden gündeme taşıdı. Bu atmosferde, binlerce yıllık geçmişiyle “güvenin metali” olarak bilinen altın, yeniden finansal dünyanın merkezine yerleşti.
Son üç yılda merkez bankalarının 1.000 tonun üzerinde altın alması, küresel rezerv stratejisinde önemli bir kırılmaya işaret ediyor. Özellikle Çin, Hindistan, Rusya ve Türkiye gibi ülkeler, yaptırımların ve dolar bağımlılığının getirdiği risklerden korunmak için rezervlerini fiziksel altınla çeşitlendiriyor. Çin Merkez Bankası’nın 11 aydır kesintisiz süren alımları, piyasanın ağırlık merkezini Asya’ya doğru kaydırdı. Bu durum, uzun vadede altının fiyat dinamiklerini Batı merkezli spekülatif hareketlerden uzaklaştırarak daha yapısal bir dengeye oturtabilir.
Altının yeniden cazip hale gelmesinde faiz indirimi beklentilerinin de büyük payı var. ABD Merkez Bankası’nın (Fed) 2025’in ilk yarısında faiz indirimlerine başlaması yönündeki sinyaller, yatırımcıların reel getirisi düşen tahvillerden çıkıp altına yönelmesine neden oluyor. Doların zayıflaması ise bu eğilimi destekliyor. Çünkü dolar endeksindeki her düşüş, genellikle altın fiyatları için yukarı yönlü bir katalizör görevi görüyor.
ABD’deki bütçe krizi, hükümetin kapanma riski ve artan kamu borcu tartışmaları da güvenli liman talebini güçlendiriyor. Bu tablo, yatırımcıları “riskten kaçış” moduna geçirirken, altını yeniden küresel istikrarın sembolü haline getiriyor. Jeopolitik cephede ise Rusya-Ukrayna savaşı, Orta Doğu’daki gerginlikler ve yaklaşan ABD seçimleri, belirsizliğin kısa vadede azalmayacağını gösteriyor. Dolayısıyla, altın talebinin yapısal nedenlere dayandığı söylenebilir.
Altının yükselişinin bir “balon” olup olmadığı sorusu, yatırım dünyasında sıkça tartışılıyor. Ancak mevcut veriler, fiyat artışlarının spekülatif coşkudan ziyade güçlü bir temel talebe dayandığını gösteriyor. Merkez bankaları ve altın ETF’lerine girişler bu talebin istikrarlı olduğunu kanıtlıyor. Eylül ayında altın ETF’lerine yapılan girişlerin son üç yılın zirvesine ulaşması, kurumsal yatırımcıların da bu trendi desteklediğini ortaya koyuyor.
Altın piyasasında balon tehlikesi, genellikle fiyatların gerçek talebin çok üzerine çıkmasıyla oluşur. Ancak bugün altının fiyatlaması, hâlâ küresel faiz görünümü, doların yönü ve reel getiriler gibi makroekonomik değişkenlerle uyumlu seyrediyor. Üstelik küresel enflasyon hâlâ yüksek seviyelerde kalmaya devam ediyor. Bu da altını, enflasyon karşısında doğal bir koruma aracı haline getiriyor.
Fiziki piyasada da Çin ve Hindistan talebi altın fiyatlarına güçlü bir taban oluşturuyor. Bu iki ülke, hem geleneksel hem kültürel nedenlerle altını sadece yatırım aracı değil, servet biriktirme biçimi olarak görüyor. Bu nedenle fiyatlarda yaşanacak geri çekilmeler genellikle kâr satışlarından kaynaklanıyor ve uzun vadeli yükseliş trendini bozacak bir güç taşımıyor.
Gerçek anlamda bir balon tehlikesi, ancak merkez bankalarının satış yönüne dönmesiyle gündeme gelebilir. Şu anki tabloda ise tam tersi bir eğilim hâkim. Rezerv gücünün Asya’ya kayması, altının sadece kısa vadeli bir yatırım aracı değil, küresel finans sisteminin yeni güç dengesinde stratejik bir varlık haline geldiğini gösteriyor.
Sonuç olarak, altının bugünkü yükselişi paniğe değil, “belirsizlik ekonomisi”ne dayanıyor. Bu, geçmişteki ani ralli dönemlerinden farklı olarak daha rasyonel, daha temkinli ve daha yapısal bir hareket. Küresel sistemde güven arayışı sürdükçe, altın yalnızca bir yatırım tercihi değil, bir istikrar sembolü olmaya devam edecek.
İleriye dönük olarak, altının 4.000 dolar üzerindeki seyri sürdürülebilir görünüyor. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu yükselişin “bir varlık fiyatlaması” değil, “bir güven oyu” olmasıdır. Dünya yeniden riskleri tartarken, altın bu kez sadece güvenli liman değil, yeni ekonomik düzenin sessiz teminatı olabilir.









