2025 İkinci Çeyreğine Girerken Zayıflayan Dolar ile Güçlenen Avro ve Türkiye’nin Yol Haritası

2025 yılının ikinci çeyreğine girerken küresel para piyasalarında dengeler önemli bir değişim sürecine girmiş durumda. Trump’ın gümrük tarifeleri ile Amerikan Merkez Bankası’nın faiz indirim sürecine öngörülenden erken başlamasını istemesi ve FED Başkanı üzerinde baskı oluşturması enflasyondaki yatay seyirle birleşince doların uluslararası piyasalardaki cazibesini zayıflatmaya başladı. Aynı dönemde Avrupa Merkez Bankası ise görece daha temkinli ve sıkı para politikası çizgisini sürdürerek avroyu destekledi. Böylece uzun süredir dolar karşısında zayıf kalan avro, yeniden güç kazanma eğilimine girdi. Bu durum, küresel ticaret akışlarında olduğu kadar, Türkiye gibi hem Avrupa hem de dolar bölgesiyle derin ekonomik bağlara sahip ülkeler açısından da çok boyutlu etkiler barındırıyor. Türkiye’nin bu yeni kur dengeleri karşısında izleyeceği yol haritası, ekonomik performans ve dış ticaret stratejisi açısından belirleyici olacak.

Zayıflayan dolar, gelişmekte olan ülkeler için genel olarak bir rahatlama sağlar. Dış borçların dolar cinsinden maliyetinin azalması ve emtia fiyatlarındaki yukarı yönlü hareketin sınırlanması, cari açığın finansmanında nefes aldırabilir. Türkiye için de bu gelişme, döviz kuru baskısını kısa vadede hafifletici bir rol üstlenebilir. Ancak bu rahatlama geçici olabilir ve yapısal kırılganlıkları göz ardı etmek, kalıcı risklerin üzerini örtmek anlamına gelir. Türkiye’nin dış borç stokunun büyük kısmı hâlâ döviz cinsinden ve kısa vadeli borçların çevrilmesinde kur oynaklığı önemli bir belirleyici. Dolayısıyla doların zayıflamasından doğan kısa vadeli iyimserliği, uzun vadeli bir istikrar vizyonuna dönüştürmek ancak sağlam bir ekonomik çerçeveyle mümkündür.

Öte yandan güçlenen avro, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Avrupa Birliği ile ilişkiler açısından çift yönlü etkilere sahiptir. İhracatın yaklaşık yüzde 40’ını Avrupa’ya yapan Türkiye açısından, avronun değer kazanması rekabet avantajı sağlayabilir. Türk mallarının Avrupa pazarında görece ucuz kalması, ihracatçı sektörlerin elini güçlendirebilir. Ancak bu avantajın kalıcı hale gelebilmesi için, Türkiye’nin üretim yapısını daha fazla katma değerli ürünlere yönlendirmesi, teknoloji yoğun ve sürdürülebilir üretimi artırması gereklidir. Aksi takdirde kur avantajı kısa süreli bir gelir artışı sağlar ama orta vadede yapısal sorunlar yeniden ön plana çıkar.

Güçlenen avronun bir diğer etkisi ise, Avrupa’daki talep gücünü artırarak Türkiye’nin turizm gelirlerine pozitif katkı sunmasıdır. 2024’ün ikinci yarısından itibaren artan Avrupalı turist sayısı, döviz gelirlerini desteklemişti. Bu eğilimin 2025 yaz sezonunda da devam etmesi bekleniyor. Ancak turizm gibi döngüsel sektörlerdeki iyileşmeler, ekonominin geneline yayılmadığı sürece sınırlı bir rahatlama sağlar. Türkiye’nin turizmdeki başarısını sanayi, hizmetler ve tarım gibi sektörlerle entegre edecek bir modele ihtiyaç duyulmaktadır.

Kur cephesindeki bu gelişmelerin gölgesinde Türkiye’nin izlemesi gereken yol haritası, sadece kısa vadeli kazanımlara odaklı değil, uzun vadeli yapısal dönüşümleri önceleyen bir anlayışla şekillenmelidir. Mali disiplinin sürdürülmesi, vergi reformlarının etkin şekilde uygulanması, yatırım ortamının hukuki güvenle desteklenmesi ve iş gücü piyasasının teknolojiye uyumlu hale getirilmesi bu yol haritasının temel taşları olmalıdır. Ayrıca ihracatın sadece Avrupa’ya değil, alternatif pazarlara da yönlendirilmesi, dış ticaret dengesinin daha sağlıklı bir yapıya kavuşmasını sağlar.

Zayıflayan doların ve güçlenen avronun dünya ticaretindeki dengeleri yeniden şekillendirdiği bir dönemde, Türkiye’nin avantajları kadar kırılganlıkları da belirginleşiyor. Bu iki yönlü hareketin yönetimi, ekonomi yönetiminin başarısını doğrudan etkileyebilir. Döviz kurlarındaki değişimleri sadece fırsat olarak görmek değil, aynı zamanda potansiyel tehditleri yönetebilmek de stratejik aklın bir parçası olmalıdır. Türkiye’nin bu dönemde atacağı adımlar, sadece ekonomik değil, jeopolitik konumunu da etkileyecek bir önem taşımaktadır. Bu nedenle para politikası, dış ticaret, yatırım ve istihdam alanlarında koordineli, öngörülebilir ve istikrarlı bir yaklaşım, Türkiye’nin 2025’in ikinci çeyreğinde güçlenen avronun ve zayıflayan doların gölgesinde istikrarı yakalayabilmesini sağlayacak en güçlü kalkan olacaktır.