Teknolojinin küresel güç dengelerini yeniden şekillendirdiği bir çağda, “milli teknoloji” kavramı artık bir tercih değil, bir zorunluluk. Dijitalleşme, yapay zeka, savunma sanayii ve yeşil enerji gibi alanlarda dünya hızla dönüşürken, Türkiye‘nin de bu yarışta “kendi ayakları üzerinde duran” bir stratejiyle ilerlemesi gerekiyor. “Yerli teknoloji”yi bir slogan olmaktan çıkarıp, ekonomiden savunmaya, eğitimden diplomasiye uzanan bir “ulusal güç” aracına dönüştürmek zorundayız.
Neden Yerli Teknoloji?
Tarih, teknolojik üstünlüğün medeniyetleri şekillendirdiğini gösteriyor. Sanayi Devrimi’nde buharlı makineyi keşfedenler dünyaya hükmetti. Soğuk Savaş döneminde uzaya çıkanlar küresel siyasette söz sahibi oldu. Bugün ise 5G, yapay zeka ve kuantum bilişim gibi alanlarda liderlik, ülkelerin “bağımsızlık” tanımlarını bile değiştiriyor. Türkiye, coğrafi konumu ve jeopolitik gerçekleri nedeniyle savunma sanayiinde olduğu kadar, kritik altyapı sistemlerinde de dışa bağımlılıktan kurtulmak zorunda. Örneğin, milli savaş uçağı Kaan’ın prototip aşamasına gelmesi veya Bayraktar TB2’lerin dünya çapında ses getirmesi, bunun mümkün olduğunu kanıtlıyor. Ancak hedefimiz sadece “ithal ikamesi” değil, “küresel standartları belirleyen” bir teknoloji ekosistemi olmalı.
Ekonomik Bağımsızlık ve Katma Değer
Yerli teknoloji üretimi, cari açığın azaltılmasından çok daha kritik bir rol oynuyor: Küresel değer zincirinde “üreten” değil, “tüketen” konumda kalan ülkeler, uzun vadede ekonomik kırılganlıklarla yüzleşiyor. Türkiye’nin otomotivden enerjiye, ilaçtan yazılıma kadar pek çok sektörde yerli üretim hamleleri, doğrudan istihdam ve katma değer yaratıyor. Örneğin, Togg‘un yazılım ve batarya teknolojilerinde yerli mühendislerin çözümler geliştirmesi, sadece bir otomobil markası yaratmak değil, yan sanayide bir bilgi birikimi oluşturmak anlamına geliyor. Benzer şekilde, ASELSAN ve ROKETSAN gibi şirketlerin savunma projeleri, sivil teknolojiye de entegre olarak çift taraflı bir kalkınma sağlıyor.
Genç Nüfus: Bir Fırsat mı, Risk mi?
Türkiye’nin en büyük avantajı, genç ve dinamik nüfusu. Ancak nitelikli eğitim ve Ar-Ge yatırımları olmadan bu potansiyel, “beyin göçüne” dönüşebilir. Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre, Türkiye’de mühendislik mezunlarının %30’u yurtdışında çalışmayı planlıyor. Bunun önüne geçmek için, teknoloji üssü şehirler (örneğin Teknopark İstanbul, ODTÜ Teknokent) ile üniversite-sanayi iş birlikleri artırılmalı. Ayrıca, lise düzeyinde başlatılan “teknoloji atölyeleri” ve TÜBİTAK destekleri, gençleri yerli projelere yönlendirmede kilit rol oynuyor. Önemli olan, gençlere “burada üretirseniz, dünyaya açılırsınız” vizyonunu aşılamak.
Zorluklar ve Çözüm Önerileri
Yerli teknoloji yolculuğunda en büyük engellerden biri, sermaye yetersizliği ve risk algısı. Start-up’ların %80’i ilk 3 yılda kapanıyor. Bunun için devlet garantili fonlar, özel sektör melek yatırımcı ağları ve “teknoloji odaklı vergi reformları” şart. İkinci engel, patent ve fikri mülkiyet konusundaki eksiklikler. Türkiye’de yerli patent başvuruları son 5 yılda %40 artsa da, bu sayı Güney Kore’nin onda biri düzeyinde. Son olarak, teknoloji diplomasisi: Yerli ürünlerin uluslararası pazarlarda rekabet edebilmesi için devletlerarası anlaşmalar (örneğin Afrika ülkeleriyle drone ihracatı) kritik önemde.
Sonuç: Teknoloji, Yeni Vatanseverliktir
Türkiye, tarihinde ilk kez “teknolojik bağımsızlık” sınavı veriyor. Bu sınav, sadece mühendislerin veya devletin değil, tüm toplumun ortak sorumluluğu. Yerli yazılım kullanmak, yerli üretimi desteklemek, Ar-Ge kültürünü benimsemek… Bunlar artık birer “tercih” değil, vatandaşlık görevi. Unutmayalım: Güney Kore, 1980’lerde bizimle aynı ligdeyken, bugün dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri. Onları farklı kılan, “milli teknoloji”ye inançları ve ısrarlı yatırımlarıydı. Türkiye’nin de “Yerli ve Güçlü” olması için, geçmişte Çanakkale’yi zaferle taçlandıran ruhu, bugün teknoloji cephesinde yeniden canlandırması gerekiyor. Çünkü gerçek bağımsızlık, ancak “kendi teknolojisini üretenlerin” olacak.