Türkiye’de Finansal Eşitsizlik

Türkiye’de Mevduatın Yüzde 80’i Sadece 2.2 Milyon Kişinin Elinde

Türkiye’de finansal eşitsizliğin boyutları, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıkladığı yeni verilerle bir kez daha çarpıcı şekilde ortaya çıktı. BDDK verilerine göre, Türkiye’deki toplam banka mevduatının yüzde 80’i yalnızca 2.2 milyon kişiye ait. Bu grubun her bir bireyinin ortalama mevduatı yaklaşık 7.4 milyon liraya ulaşmış durumda. Söz konusu tablo, ülkedeki gelir ve servet dağılımının ne denli adaletsiz olduğunu net biçimde gözler önüne seriyor.

17.1 trilyon liralık toplam mevduatın bu kadar dar bir grupta toplanması, ekonomik kırılganlıkların yapısal bir boyuta ulaştığını da gösteriyor. Zira kalan 166.4 milyon banka hesabının, toplam mevduatın yalnızca yüzde 1’ine bile karşılık gelmemesi, orta ve alt gelir gruplarının finansal sistemdeki yerinin ne kadar sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu büyük grup içindeki kişi başı ortalama mevduat tutarı yalnızca 793 lira. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede, milyonlarca insanın banka hesaplarında bin liradan daha az para bulundurması, sosyoekonomik açıdan ciddi bir risk anlamına geliyor.

10 bin ila 50 bin lira arasında mevduata sahip olan 16.7 milyon kişinin toplam mevduatı ise sadece 423.1 milyar lira. Bu da toplam mevduatın yalnızca yüzde 1.98’ine denk geliyor. Yani geniş halk kesimleri, finansal sistemin marjlarında yer alırken, ekonomik gücün büyük kısmı oldukça dar bir nüfus tarafından kontrol ediliyor.

Uzmanlar, bu orantısızlığın sadece gelir eşitsizliğiyle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda ekonomik politika yapıcıları açısından da ciddi bir zorluk yarattığını belirtiyor. Çünkü servet birikiminin bu denli üst gelir grubunda yoğunlaşması, tüketim alışkanlıklarından krediye erişime kadar pek çok alanda adaletsizliği beraberinde getiriyor. Ayrıca bu tablo, ekonomik büyümenin tabana yayılmadığını ve geniş kitlelerin finansal refahtan yeterince pay almadığını da açıkça gösteriyor.

Servet eşitsizliği yalnızca sosyal adalet açısından değil, makroekonomik istikrar bakımından da tehdit oluşturuyor. Alt gelir gruplarının düşük tasarruf seviyeleri, ekonomik dalgalanmalara karşı kırılganlıklarını artırırken; üst gelir gruplarının yüksek likiditesi, sistemde spekülatif hareketlere alan açabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’de sadece gelir dağılımının değil, mevduat ve varlık dağılımının da daha adil hale getirilmesi, ekonomik sürdürülebilirlik açısından temel bir ihtiyaç haline gelmiş durumda.

Tüm bu veriler ışığında, Türkiye’nin önünde çözülmesi gereken yapısal bir mesele olduğu çok açık: Finansal eşitsizlik. Bu tablo, sosyal politikalardan vergi sistemine, eğitimden bölgesel kalkınmaya kadar geniş bir yelpazede daha kapsayıcı çözümlerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Aksi takdirde servet kutuplaşmasının daha da derinleşmesi, yalnızca ekonomik büyümeyi değil, toplumsal bütünlüğü de tehdit edecek bir unsur haline gelebilir.