Sınırlı Bir Dünyada Sınırsız İhtiras
Kapitalizm, modern dünyanın ekonomik DNA’sı haline geldi. Özel mülkiyet, serbest piyasa ve kâr odaklı üretim anlayışıyla şekillenen bu sistem, insanlığa teknolojik atılımlar, refah artışı ve sınırsız seçenekler vaat etti. Ancak bu “sonsuz ilerleme” hikâyesinin gölgesinde, sistemin kendi paradoksu yatıyor: Sınırlı kaynaklara sahip bir gezegende, ekonomik büyümeyi sınırsızca sürdürmek mümkün mü?
Büyüme Tapınağı ve Çatlaklar
Kapitalizmin kutsal kâsesi olan “büyüme”, GSYİH artışıyla ölçülür. İşsizlik azalsın, şirketler kâr etsin, tüketim artsın… Peki ya gezegen? Dünya Bankası verilerine göre, 20. yüzyılda küresel ekonomi 15 kat büyüdü, ancak bu süreçte doğal kaynakların tüketimi %190 arttı. Okyanuslar plastikle doldu, atmosferdeki CO₂ seviyesi 420 ppm’i aştı ve her yıl Amazonlar’ın bir İrlanda büyüklüğündeki kısmı yok oluyor. Kapitalizm, ekolojik maliyetleri “dışsallık” diye raporlardan silerken, gerçek maliyet gezegene yükleniyor.
Tüketim Çılgınlığı ve İnsanın Metalaşması
Sistem, tüketimi artırmak için insanları “sonsuz istekleri olan tüketiciler” olarak yeniden yaratıyor. Reklamlar, hızlı moda, planlı eskitme… Bir iPhone’un ortalama kullanım ömrü 2 yıl, bir tişörtünki 10 yıkama. Ancak bu döngü, kaynakları hızla tüketirken, insanı da mutluluk yerine “sahip olma” hırsına hapsediyor. Dünya nüfusunun en zengin %1’i, en yoksul %50’den iki kat fazla karbon salımı yapıyor. Büyüme, eşitsizliği besliyor; zenginlikle yoksulluk arasındaki uçurum derinleşiyor.
Sürdürülebilirlik Masalı ve Yeşil Badana
Şirketler, “yeşil dönüşüm” sloganlarıyla kendini aklamaya çalışıyor. Ancak çoğu durumda bu, greenwashing‘ten öteye gitmiyor. Petrol devleri “net sıfır” hedefi koysa da fosil yakıt yatırımlarını artırıyor. Fast food zincirleri plastik pipetleri kaldırırken, tek kullanımlık paketleme tüketimi katlanıyor. Kapitalizm, ekolojik krizi çözmek yerine, onu yeni bir pazar alanına dönüştürüyor. Piyasa mantığıyla üretilen “çözümler”, köklü değişimin önünü tıkıyor.
Alternatif Arayışları: Büyüme Putunu Kırmak
Peki çıkış yolu ne? Bazı ekonomistler, “durgunluk ekonomisi” (steady-state economy) veya “döngüsel ekonomi” modellerini savunuyor: Kaynak verimliliği, yenilenebilir enerji, ürünlerin tamir edilip yeniden kullanılması… Bhutan’ın Gayri Safi Milli Mutluluk endeksi gibi, refahı GSYİH dışında ölçen yaklaşımlar da ilham verici. Ancak bu modeller, küresel sermaye akışı ve siyasi irade eksikliği nedeniyle marjinal kalıyor.
Sonuç: İmkânsızın İcadı mı, Radikal Bir Dönüşüm mü?
Kapitalizm, tarihsel olarak krizleri içselleştirip dönüşerek ayakta kaldı. Ancak iklim krizi, bu esnekliğin sınırlarını zorluyor. Sonsuz büyüme paradigması terk edilmezse, sistem kendi sonunu hazırlayacak. Belki de çözüm, büyüme yerine “denge”yi, tüketim yerine “yeterlilik”i merkeze alan yeni bir etikte yatıyor. Rosa Luxemburg’un dediği gibi: “Ya sosyalizm, ya barbarlık.” Güncellersek: Ya radikal bir dönüşüm, ya ekolojik çöküş.
Bu köşe yazımda, sizi bir soruyla baş başa bırakıyorum: Sonsuz büyüme mitosuna inanmaya devam mı edeceğiz, yoksa gezegenle uyumlu yeni bir hikâye mi yazacağız? Cevap, hepimizin eylemlerinde saklı.