Küresel Savaş Gölgesinde Ekonomi: Türkiye İçin Petrol Fiyatları Yeni Bir Risk Dalgası Yaratıyor

Türkiye, son iki yılda cari açık ve enflasyonla mücadeleye odaklanan kapsamlı bir ekonomik program yürütürken, küresel gelişmelerin tetiklediği riskler bu mücadelenin seyrini önemli ölçüde etkilemeye başladı. İsrail ve İran arasında tırmanan ve doğrudan ABD’nin de müdahil olmasıyla genişleyen savaş ortamı, jeopolitik istikrarsızlık dalgasının yeni bir boyuta ulaşmasına yol açtı. Bu gelişmelerin en çarpıcı ekonomik yansıması ise petrol fiyatlarında kendini gösterdi.

Savaşın başlamasından önce 65 dolar seviyelerinde olan Brent petrolün varil fiyatı, yalnızca birkaç gün içerisinde yüzde 20’ye yakın bir artışla 79 doları test etti ve son olarak 77,3 dolara yerleşti. Bu yükseliş, küresel arz endişeleri ve Hürmüz Boğazı gibi enerji taşımacılığında stratejik geçiş noktalarının risk altına girmesiyle destekleniyor. Hatta bazı piyasa oyuncuları, yıl sonuna kadar 100-150 dolar aralığında bir varil fiyatının görülebileceğini öne sürüyor.

Bu tür senaryolar, enerji ithalatında yüzde 90’a yakın dışa bağımlı olan Türkiye için ciddi bir kırılganlık yaratıyor. Türkiye’nin toplam ithalatının yaklaşık yüzde 45-50’si enerji kaynaklı; bunun da önemli kısmı petrol ve petrol türevlerinden oluşuyor. Bu çerçevede, küresel petrol fiyatlarındaki yükseliş Türkiye için yalnızca dış ticaret dengesi açısından değil, aynı zamanda iç fiyatlar genel seviyesi, döviz kuru istikrarı ve kamu maliyesi üzerinde de baskı yaratıyor. Özellikle enerji maliyetlerinin doğrudan ve dolaylı etkileriyle enflasyonda yeniden yukarı yönlü bir eğilimi tetiklemesi ihtimali güçleniyor.

Türkiye, 2024 yılında enerji ithalatını yüzde 5 oranında azaltarak 65,6 milyar dolara düşürmeyi başarmış ve bunun yaklaşık 32 milyar dolarlık kısmı petrole ait olmuştu. Ancak Brent petrol fiyatlarının yılın ilk yarısında 60 dolar seviyelerine kadar inmiş olması bu başarıda belirleyici olmuştu. Şimdi ise savaşla birlikte yeniden yükselişe geçen fiyatlar, ithalat faturasını yukarı çekmeye aday. Uzmanlara göre petrolün varil fiyatında her 10 dolarlık artış, Türkiye’nin enerji ithalatını ortalama 4 ila 5 milyar dolar artırıyor. Bu da doğrudan cari açıkta 6 ila 10 milyar dolarlık “ek yük” anlamına geliyor.

Halihazırda 2024 yılının ilk dört ayında 20,3 milyar dolara ulaşan cari açık, enerji fiyatlarının bu şekilde yükselmeye devam etmesi halinde 2025 yılı için öngörülen 28,6 milyar dolarlık OVP hedefinin üzerine çıkabilir. Varil başına 75 dolar senaryosunda yıl sonu cari açığın 34,6-36,1 milyar dolara; 80 dolar senaryosunda ise 36,6-38,6 milyar dolara kadar tırmanabileceği tahmin ediliyor. Bu artışlar, Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki cari açık oranını yüzde 2,5 ila 3 seviyelerine taşıyabilir. Böyle bir tablo, ekonomik programın temel önceliklerinden biri olan dış finansman dengesini zora sokarken, yatırımcı algısını da olumsuz yönde etkileyebilir.

Dahası, petrol fiyatlarındaki artışın enflasyon üzerindeki etkileri daha kısa vadede ve daha hissedilir biçimde kendini gösterebilir. Türkiye’de akaryakıt fiyatları üzerinden dolaylı olarak ulaşımdan gıdaya kadar birçok sektörde maliyetleri yükseltici bir etki yaratarak, enflasyonla mücadeleyi daha karmaşık hale getirebilir. Bu da hem para politikası tarafında faiz indirimi beklentilerini öteler, hem de iç talebi baskılayarak büyüme hedeflerine ulaşmayı zorlaştırır.

Tüm bu gelişmeler, küresel enerji piyasalarındaki oynaklığın artık yalnızca arz-talep dengesinden ibaret olmadığını, jeopolitik gerilimlerin ve savaş senaryolarının ekonomik dengeler üzerindeki etkisinin giderek belirginleştiğini göstermektedir. Türkiye gibi enerji bağımlılığı yüksek, dış finansmana dayalı bir ekonomik yapıya sahip ülkeler için bu tür kriz dönemleri kırılganlıkları artırmakta, politika yapıcılar açısından daha temkinli ve esnek stratejiler geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır.

Bu çerçevede, enerji bağımlılığını azaltacak yapısal dönüşüm projeleri, yenilenebilir enerji yatırımlarının hızlandırılması ve yerli üretim kapasitesinin artırılması artık yalnızca çevresel bir tercih değil, aynı zamanda ekonomik güvenlik politikası olarak ele alınmalıdır. Aynı zamanda, olası dalgalanmalara karşı mali disiplini koruyan ve dış finansman kanallarını çeşitlendiren bir yaklaşım benimsemek de büyük önem taşıyor. Çünkü jeopolitik riskler sadece bugünü değil, ekonomik geleceği de yeniden şekillendirme gücüne sahip.