Korumacılık ve Serbest Ticaret Arasındaki Sonsuz Mücadele: Dengenin Peşinde

Ekonomi tarihi, devletlerin refah arayışında iki zıt kutup arasında salındığı bir labirenti andırır: Bir yanda ulusal çıkarları korumak için sınırları kapatma dürtüsü, diğer yanda sınırsız bir dünyanın sunduğu fırsatlara açılma arzusu. Korumacılık ve serbest ticaret arasındaki bu mücadele, yüzyıllardır küresel politikaları şekillendiriyor. Peki bu iki yaklaşım neden bu kadar dirençli? Ve insanlık, bu ikilemden nasıl bir denge üretebilir?

Tarihin Sarmalında Bir Yolculuk

16’ncı yüzyılın merkantilist devletleri, korumacılığın ilk örneklerini sergiledi: Altın stoklarını artırmak için ihracat teşvik edilirken, ithalata ağır vergiler getirildi. Ancak 1776’da Adam Smith’in Ulusların Zenginliği ile savunduğu “görünmez el” teorisi, serbest ticaretin ekonomik büyümenin anahtarı olduğunu vurguladı. 19. yüzyılda İngiltere’nin Mısır Yasaları’nı kaldırması (1846), bu fikrin zaferi gibi göründü.

    Ancak 1929 Büyük Buhranı, korumacılığın karanlık yüzünü ortaya çıkardı. ABD’nin Smoot-Hawley Yasası ile %60’a varan gümrük vergileri getirmesi, küresel ticareti %65 daralttı ve savaş sonrası dünya, bu hatadan ders alarak GATT ve WTO gibi kurumlarla serbest ticareti kurumsallaştırdı. 1990’larda küreselleşme zirve yaptı, Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılması (2001) ise “tek dünya pazarı” ütopyasını perçinledi.

    İki Yaklaşımın Çarpışan Mantığı

    Korumacılık, savunucularına göre, şu temellerde ayakta duruyor:

    1. Yerel İstihdamın Korunması: Çin’den gelen ucuz ürünler, ABD’deki imalat sektörünü çökerttiğinde, Trump’ın çelik vergileri “mavi yakalıları kurtarmak” için meşrulaştırıldı.
    2. Bebek Endüstrilerin Gelişimi: Güney Kore, 1970’lerde otomotiv sektörünü koruyucu politikalarla dünya devi yaptı.
    3. Stratejik Özerklik: Avrupa, COVID-19 sonrası ilaç ve yarı iletken üretimini kıtaya çekmek için sübvansiyonları artırdı.

    Ancak eleştiriler de yersiz değil: Gümrük duvarları, tüketiciye pahalıya mal oluyor (ABD’de çamaşır makinesi fiyatları 2018’de %12 arttı), verimsiz şirketler hayatta kalıyor ve misillemeler zincirleme ticaret savaşlarını tetikliyor.

    Serbest ticaret ise teoride tüm pastayı büyütmeyi vaat ediyor:

    • Karşılaştırmalı Üstünlük: Kenya çiçek, Almanya otomobil üretirse, herkes kazanır.
    • Fiyatlar Düşer, Seçenekler Artar: Vietnam’daki bir tekstil işçisi, İspanyol zeytinyağını ucuza tüketebilir.
    • Yenilikçilik Tetiklenir: Japon otomobil devleri, 1970’lerde ABD rakipleriyle rekabet edebilmek için hibrit teknolojiye yatırım yaptı.

    Ne var ki, bu sistemin kaybedenleri de var: Meksika, NAFTA sonrası küçük çiftçilerini kaybetti; Bangladeş’teki tekstil işçileri, Batı markalarının ucuz üretim baskısı altında eziliyor. Ayrıca, karbon ayak izi artışı gibi dışsallıklar, serbest ticaretin “görünmeyen maliyetleri” olarak karşımıza çıkıyor.

    21. Yüzyıl: Yeni Cepheler, Yeni Korkular

    Küreselleşme artık bir “kazananlar ve kaybedenler” hikâyesi olarak görülüyor. 2016’da Brexit ve Trump’ın seçilmesi, Batı’da yükselen milliyetçi dalgayı işaret etti. Pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı, tedarik zincirlerinin kırılganlığını ortaya koyarken, ABD ile Çin arasındaki teknoloji savaşları (çip üretimi, 5G), korumacılığı “güvenlik meselesi” haline getirdi.

    Günümüzde devletler, stratejik korumacılık ile koşullu serbestlik arasında gidip geliyor:

    • AB, Yeşil Mutabakat ile ithalatta karbon vergisi getirerek hem çevreyi korumayı hem de yerel sanayiyi desteklemeyi hedefliyor.
    • Hindistan, “Yerel Üret, Yerli Tüket” kampanyasıyla teknoloji devlerine vergi indirimleri sunarken, aynı zamanda Asya-Pasifik ticaret anlaşmalarına dahil oluyor.

    Denge Mümkün mü?

    Tarih, katı ideolojik tutumların çoğunlukla başarısız olduğunu gösteriyor. İşlevsel bir sentez için:

    1. Esnek ve Geçici Koruma: Yapay zekâ gibi geleceğin sektörlerinde devlet desteği, belirli bir süreyle sınırlandırılabilir.
    2. Sosyal Güvenlik Ağları: Serbest ticaretin kaybedenleri (işsiz kalanlar) için eğitim ve gelir desteği şart.
    3. Çok Taraflı İş Birlikleri: Küresel sorunlar (iklim değişikliği, dijital vergilendirme), ancak uluslarüstü anlaşmalarla çözülebilir.

    Sonuç: Labirentten Çıkış Yolu

    Korumacılık ve serbest ticaret arasındaki mücadele, “ya hep ya hiç” savaşı değil, dinamik bir denge arayışıdır. Devletler, açık piyasaların nimetlerinden faydalanırken, toplumsal adaleti ve ekolojik sürdürülebilirliği göz ardı edemez. Belki de cevap, ekonomist Dani Rodrik’in dediği gibi, “stratejik derinleşme”de yatıyor: Yerel kapasiteyi güçlendiren, ancak dünyaya entegre olabilen bir model…

    Bu mücadelenin galibi, ideolojiler değil, pragmatizm ve insanlığın kolektif bilgeliği olacak.