Kalkınmanın Anahtarı: Katılımcı Ekonomi ve Kooperatif Modelleri

Bugünün dünyasında kalkınma yalnızca ekonomik büyüme rakamlarıyla ölçülemez hale gelmiştir. Artık bir ülkenin ya da toplumun kalkınmış sayılabilmesi için sadece Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’sının artması yetmemekte; bu artışın adil, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir şekilde toplumun geneline yayılması gerekmektedir. Bu noktada öne çıkan kavramlardan biri “katılımcı ekonomi”dir. Katılımcı ekonomi, ekonomik kararların sadece elit sermaye çevreleri ya da merkezi otoriteler tarafından değil, doğrudan üretime ve tüketime katılan bireyler ve topluluklar tarafından alınmasını savunur. Bu anlayışın en somut ve uygulanabilir modellerinden biri ise hiç şüphesiz kooperatiflerdir.

Kooperatif modeli, bireylerin sadece üretici veya tüketici değil, aynı zamanda işletmenin sahibi ve yöneticisi haline gelmesini sağlayarak ekonomik hayata aktif katılımını teşvik eder. Bu durum, toplumun çeşitli kesimlerinin kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olmasını mümkün kılar. Özellikle küçük üreticiler, esnaf, çiftçiler, kadınlar ve gençler gibi ekonomik sistemin çeperine itilen gruplar için kooperatifler, eşitlikçi ve kapsayıcı bir kalkınma yolunun kapısını aralar. Katılımcı ekonomi bu anlamda sadece bir alternatif değil, mevcut sistemin adaletsizliklerine bir yanıt niteliğindedir.

Kooperatifler, ortaklık temelinde kurulan, kârı maksimize etmekten ziyade üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan yapılardır. Bu yönüyle neoliberal ekonomi anlayışının tersine, insani değerleri önceliklendiren bir sistem sunarlar. Burada üretici ve tüketici arasında çıkar çatışması değil, ortak fayda esastır. Katılımcı ekonomi, bireyleri pasif tüketiciler olmaktan çıkarıp, üretim süreçlerinin parçası haline getirirken, aynı zamanda ekonomik okuryazarlık ve toplumsal sorumluluk gibi değerleri de beraberinde getirir.

Günümüzde iklim değişikliği, gelir eşitsizliği, işsizlik ve sosyal dışlanma gibi küresel sorunların çözümünde kooperatiflerin sunduğu katılımcı modeller giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Kooperatifler, sadece ekonomik bir model değil, aynı zamanda sosyal bir dayanışma aracıdır. İnsanlar birlikte karar alır, birlikte üretir ve birlikte paylaşır. Bu ortaklık kültürü, bireyler arasında güveni artırır, topluluk bağlarını güçlendirir ve sosyal sermayeyi geliştirir. Böylece kalkınma sadece maddi değil, manevi ve toplumsal boyutlarıyla da gerçekleşmiş olur.

Katılımcı ekonomi ve kooperatifçilik, demokrasinin sadece siyasi alanda değil, ekonomik alanda da uygulanması gerektiği anlayışını yansıtır. Bir kişi bir oy prensibiyle çalışan kooperatifler, ekonomik karar alma süreçlerini tabana yayar. Bu da halkın yalnızca seçmen olarak değil, ekonominin gerçek bir paydaşı olarak varlık göstermesini sağlar. Ekonomik demokrasi, siyasi demokrasinin tamamlayıcısıdır ve kalkınmanın topluma gerçek anlamda yayılabilmesi için bu iki alanın birlikte işlemesi gerekir.

Elbette bu modelin daha fazla yaygınlaşması, güçlü bir eğitim, bilinçlendirme ve yasal altyapı gerektirir. Devlet politikalarının, kooperatifleri destekleyici yönde şekillenmesi büyük önem taşır. Aynı şekilde toplumun da bu modele karşı duyduğu güvenin yeniden inşa edilmesi gerekir. Zira geçmişteki kötü örnekler, kooperatifçiliğe gölge düşürmüş; ancak bu modelin potansiyelini ortadan kaldırmamıştır. Bugün gerek dünyada gerek Türkiye’de başarıyla işleyen birçok kooperatif, bu modelin günümüzün ekonomik sorunlarına ne denli etkili çözümler sunabileceğini açıkça göstermektedir.

Kalkınmanın anahtarı, insanların sadece ekonomik verilere konu olması değil, bu verileri doğrudan şekillendiren aktörler haline gelmesidir. Katılımcı ekonomi ve kooperatif modelleri, bu dönüşümü mümkün kılar. Eğer daha adil, daha eşitlikçi ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek istiyorsak, ekonomik yapılarımızı da demokratikleştirmek zorundayız. Kooperatifler, bu yolculukta hem bir rehber hem de güçlü bir dayanak noktasıdır.