Gelir adaletsizliği, insanlık tarihinin en kadim sorunlarından biri. Ancak küreselleşme, teknolojik devrimler ve pandeminin tetiklediği ekonomik krizlerle birlikte bu uçurumun derinliği, toplumsal barışı tehdit edecek boyutlara ulaştı. Dünya Bankası’nın verilerine göre, son 30 yılda küresel gelir dağılımındaki eşitsizlik %40’ın üzerinde arttı. Oxfam’ın 2023 raporu ise dünyanın en zengin %1’inin, geri kalan %99’un toplam servetinden daha fazlasına sahip olduğunu ortaya koyuyor. Peki bu tablo, toplumları nasıl etkiliyor? Uçurum büyüdükçe, barış içinde bir arada yaşama ihtimalimiz azalıyor mu?
Ekonomik Eşitsizlik: Sadece Rakamlar Değil, Hayatlar
Gelir adaletsizliği denildiğinde akla ilk gelen, milyarderlerle yoksullar arasındaki servet farkı. Ancak bu fark, sadece banka hesaplarını değil, insanların temel haklara erişimini, sağlık hizmetlerini, eğitim fırsatlarını ve hatta siyasi katılımını belirliyor. Örneğin, UNESCO’ya göre, düşük gelirli ülkelerde her 10 çocuktan 6’sı temel matematik becerilerinden yoksun. Yoksul mahallelerde yaşayan bireylerin kronik hastalıklara yakalanma riski, varlıklı kesimlere göre 3 kat fazla. Bu eşitsizlikler, toplumda “sisteme güvensizlik” ve “ötekileşme” duygusunu besliyor.
Toplumsal Barışı Tehdit Eden Dinamikler
Gelir uçurumu derinleştikçe, toplumda kutuplaşma kaçınılmaz hale geliyor. Sosyal psikologlar, göreli yoksunluk teorisine dikkat çekiyor: İnsanlar mutlak yoksulluktan çok, “başkalarına kıyasla daha azına sahip olma” hissiyle öfke biriktiriyor. Bu öfke, sokak protestolarından siyasi popülizme, suç oranlarındaki artıştan iç savaşlara kadar uzanan bir şiddet sarmalını tetikleyebiliyor.
- Fransa‘daki Sarı Yelekliler hareketi, artan yakıt fiyatları ve vergi adaletsizliğine karşı patlak verdi.
- Latin Amerika’da 2019’da yaşanan kitlesel ayaklanmalar, eşitsizlik ve yolsuzluk karşıtlığı üzerinden şekillendi.
- ABD’de “Black Lives Matter” protestoları, yalnızca ırkçılığa değil, ekonomik dışlanmaya da isyandı.
Dünya Ekonomik Forumu‘nun 2023 Küresel Riskler Raporu’na göre, gelir eşitsizliği ve sosyal uyumun bozulması, önümüzdeki 10 yılın en kritik 5 riski arasında.
Pandemi: Eşitsizliği Büyüten Bir Sınav
COVID-19, gelir adaletsizliğini derinleştiren tarihi bir dönüm noktası oldu. Dünya genelinde 100 milyondan fazla insan aşırı yoksulluğa itilirken, teknoloji ve finans sektöründeki milyarderlerin serveti rekor kırdı. IMF’nin “Büyük Ayrışma” olarak tanımladığı bu süreç, kırılgan ekonomileri daha da savunmasız bıraktı. Türkiye‘de ise TÜİK verileri, en zengin %20’lik kesim ile en yoksul %20 arasındaki gelir farkının 8 kata yaklaştığını gösteriyor.
Çözüm Mümkün mü?
Gelir adaletsizliği kaçınılmaz değil; politika tercihleriyle şekillenen bir sonuç. İskandinav ülkeleri, yüksek vergi oranları ve güçlü sosyal devlet politikalarıyla eşitsizliği minimize etmeyi başardı. Ancak küresel düzeyde adil bir sistem için:
- Progresif vergi reformları ve servet vergisi,
- Evrensel temel gelir gibi sosyal koruma ağları,
- Eğitimde fırsat eşitliği ve dijital uçurumun kapatılması,
- Asgari ücretin insani standartlara yükseltilmesi,
- Şeffaf ve katılımcı demokrasi mekanizmaları kritik önem taşıyor.
Sonuç: Ya Yeni Bir Toplum Sözleşmesi Ya Kaos
Gelir adaletsizliği, ekonomik bir sorun olmaktan çok, ahlaki bir kriz. Toplumsal barış, yalnızca güven, adalet ve dayanışma ile inşa edilebilir. Uçurum büyüdükçe, bu değerlerin yerini korku ve nefret alıyor. Eğer hükümetler, şirketler ve bireyler “kimse geride kalmasın” ilkesini benimsemezse, sosyal patlamaların önünü kesmek mümkün olmayacak. Unutmayalım: Tarih, eşitsizliğin bedelini herkesin ödediğini sayısız kez kanıtladı.
Bu yazı, insan onuruna yakışır bir dünya için çağrı niteliğindedir.