Son yıllarda küresel ölçekte derinleşen eşitsizlik, sosyal devletin temel ilkelerini kökten sorgulatıyor. Gelir ve servet uçurumlarının tırmanması, otomasyon ve dijital devrimin istihdamı dönüştürmesi, iklim krizinin yoksul kesimleri daha savunmasız bırakması, sosyal devletin geleneksel araçlarını adeta bir “zaman makinesi” gibi 20. yüzyılın ortalarına hapsediyor. Ancak bu kriz, aynı zamanda sosyal devletin yeniden tanımlandığı bir dönemin de kapılarını aralıyor.
Sosyal Devletin Altın Çağı ve Kırılma Noktaları
II. Dünya Savaşı sonrasında Batı’da şekillenen sosyal devlet modeli, refahı tabana yayma, işsizlik ve hastalık gibi riskleri kolektif dayanışmayla minimize etme iddiasındaydı. İskandinav ülkelerinden Almanya’ya kadar evrensel sağlık, ücretsiz eğitim, emeklilik sistemleri, toplumsal sözleşmenin temel taşları oldu. Ancak 1980’lerde neoliberal politikaların yükselişi, küreselleşmenin sermayeyi sınır tanımaz hale getirmesi ve vergi rekabeti, sosyal devletin finansal temellerini aşındırdı. Bugün, OECD verilerine göre, en zengin %10’luk kesim, toplam servetin yaklaşık %50’sini kontrol ediyor. Pandemi ise bu eşitsizliği adeta bir büyüteç altına aldı: Dünya Bankası, 2020’de 70 milyon insanın aşırı yoksulluğa sürüklendiğini açıkladı.
Mevcut Sistem Neden Tıkanıyor?
- Değişen İşgücü Yapısı: Gig ekonomisi, platform çalışanları ve kısa dönemli sözleşmeler, sosyal güvenlik ağlarının dışında kalan bir “prekarya” sınıfı yarattı. Geleneksel sosyal sigorta modelleri, bu kesimi kapsamakta yetersiz kalıyor.
- Demografik Baskılar: Yaşlanan nüfus, emeklilik ve sağlık harcamalarını artırırken, genç işsizliği Avrupa’da bile %15’lere dayanıyor. Sosyal devlet, nesiller arası adaleti sağlamakta zorlanıyor.
- Teknoloji ve Vergi Kaçakları: Çok uluslu şirketlerin vergi optimizasyonu, devletlerin sosyal harcamalar için kaynak bulmasını engelliyor. Örneğin, Amazon’un 2021’de ABD‘de federal vergi oranı sadece %6 oldu.
- Siyasi Polarizasyon: Refah hakları, popülist siyasetin odağına dönüştü. Sosyal yardımlar, “hak” olmaktan çıkıp “ayrıcalık” tartışmasına dönüşüyor.
Yeniden İnşa İçin Fırsat Penceresi
Sosyal devletin çöküşü değil, dönüşümü söz konusu. İşte üç temel eksen:
- Evrensel Temel Gelir (ETG) ve Yeni Haklar:
ETG, gelir güvencesini vatandaşlık temelinde sağlayarak prekaryayı güvence altına alabilir. Finlandiya’daki pilot proje, katılımcıların stres seviyesini düşürdü. Ancak ETG’nin finansmanı için dijital vergiler (meta veri vergisi) veya robot vergisi gibi yeni kaynaklar devreye girmeli. - Yeşil Sosyal Devlet:
İklim adaleti, artık sosyal politikanın merkezinde olmalı. Yeşil Yeni Düzen projeleri, istihdamı yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir altyapıya kaydırırken, düşük gelirlilerin enerji yoksulluğunu çözebilir. AB’nin “Sosyal İklim Fonu“, bu alanda önemli bir adım. - Dijital Refah Devleti:
Yapay zekâ ve büyük veri, sosyal hizmetlerin kişiselleştirilmesinde kullanılabilir. Örneğin, Danimarka’da dijital kimlik sistemi, vatandaşların tüm kamu hizmetlerine tek portal üzerinden erişimini sağlıyor. Ancak veri güvenliği ve algoritmik ayrımcılık riskleri dikkatle yönetilmeli. - Küresel Vergi Adaleti:
Sosyal devlet, ulusal sınırların ötesinde dayanışma gerektiriyor. OECD’nin 2021’de varılan %15 küresel kurumlar vergisi anlaşması, kayıp gelirleri geri kazanmak için bir başlangıç olabilir. Ancak bu adımların caydırıcı yaptırımlarla desteklenmesi şart.
Sonuç: Sosyal Devlet Ölmedi, Ama Yeniden Doğmalı
Sosyal devletin mezar taşını yazmak için henüz erken. Ancak 20. yüzyılın araçlarıyla 21. yüzyılın sorunlarını çözmek mümkün değil. Yeni bir toplumsal sözleşme, evrensellik ilkesini korurken teknolojiyi demokratikleştirmeli, iklim krizini sosyal politikanın odağına almalı ve küresel sermayeyi vergilendirmede cesur adımlar atmalı. Tarih, sosyal devletin krizlerle güçlendiği örneklerle dolu: 1929 Buhranı’ndan sonraki refah modelleri gibi… Bugün de değişim, ancak kolektif bir iradeyle mümkün. Unutmamalıyız: Eşitsizlik kader değil, politika tercihidir.