Enflasyonla Mücadelede Yol Ayrımı: Sıkı Para Politikası mı, Yapısal Reformlar mı?

Enflasyonla mücadele, Türkiye ekonomisinin son on yıllık makroekonomik gündeminin değişmeyen başlıklarından biri olmaya devam ediyor. Her ne kadar dönemsel olarak fiyat artışlarının nedeni farklılaşsa da, ekonomik sistemin yapısal zafiyetleri ve politika tercihlerindeki dalgalanma, enflasyonun kalıcı bir biçimde kontrol altına alınmasını zorlaştırıyor. Bugün gelinen noktada Türkiye, tarihi zirvelere ulaşan enflasyonla mücadelede bir yol ayrımına gelmiş durumda: Sıkı para politikasıyla mı devam edilmeli, yoksa yapısal reformlar mı öncelemeli?

Sıkı para politikası, merkez bankasının enflasyon karşısında en çabuk ve doğrudan müdahale aracı olarak görülüyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2023 ortasından itibaren faiz oranlarını kademeli olarak artırarak bu doğrultuda bir adım attı. Nitekim 2024 yılı boyunca da sıkı para politikasına sadık kalındı ve bu süreçte enflasyon, Mayıs 2024’teki %75,45’lik zirvesinden sonra düşüş eğilimine girdi. Ancak bu yöntem her ne kadar kısa vadeli sonuçlar üretse de, maliyetli bir araçtır. Yüksek faiz ortamı, yatırımları, üretimi ve istihdamı baskılayabilir. Ayrıca borçlanma maliyetlerinin yükselmesi, hanehalkı ve şirket bilançoları üzerinde ciddi yük oluşturabilir. Bu nedenle sıkı para politikası, tek başına kalıcı bir çözüm olamaz.

Öte yandan yapısal reformlar, enflasyonla mücadelenin uzun vadeli, daha derinlikli ve kalıcı ayağını oluşturur. Türkiye’nin enflasyon sorununu kronikleştiren en önemli unsurlar arasında düşük verimlilik, kayıt dışı ekonomi, düşük tasarruf oranları, tarım ve enerji gibi temel sektörlerdeki yapısal dengesizlikler sayılabilir. Girdi bağımlılığı yüksek olan sanayi, kur şoklarına fazlasıyla açık hale gelirken, tarımsal üretimin planlamasızlığı ve iklim değişikliğine karşı kırılganlığı, gıda enflasyonunu sürekli kılmaktadır. Kamuda harcama disiplini, vergi reformu, eğitim-iş gücü uyumu gibi alanlarda ilerleme kaydedilmeden, enflasyonla mücadelenin temeli sağlamlaştırılamaz.

Ancak yapısal reformlar sabır ve siyasi kararlılık gerektirir. Toplumsal maliyeti yüksek olabileceği için, kısa vadede getirisi sınırlı görülebilir. Fakat ekonomik güvenin tesis edilmesi, öngörülebilirliğin artması ve yabancı sermayenin cazip hale gelmesi için bu reformlar elzemdir. Dahası, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi ve hukuk devleti ilkesinin ekonomik yansımaları da bu başlık altında değerlendirilmelidir. Enflasyon sadece para değil, aynı zamanda güven sorunudur. Fiyat istikrarı, ancak ekonomik karar alıcıların ve tüketicilerin geleceğe güvenle bakabildiği bir ortamda sağlanabilir.

Sonuç olarak Türkiye, enflasyonla mücadelede yalnızca faiz artışıyla bir yere varamayacağını tecrübeyle öğrenmiş bir ülke. Sıkı para politikası kısa vadeli ateşi düşürebilir ama asıl tedavi yapısal dönüşümle mümkündür. Bu iki araç birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Para politikasıyla zaman kazanılır; bu zaman, reformları gerçekleştirmek için kullanılırsa, ancak o zaman enflasyon kalıcı olarak kontrol altına alınabilir. Aksi halde, geçici başarılar sonrası yeni kriz döngüleri kaçınılmaz olur. Enflasyonla mücadele bir tercih değil, bir irade meselesidir. Türkiye’nin bu iradeyi ne ölçüde göstereceği, önümüzdeki yıllarda ekonomik kaderini belirleyecektir.