Son yıllarda küresel ticaretin ana eksenlerinden biri haline gelen Çin, üretim kapasitesi ve düşük maliyetli ürünleri sayesinde dünya pazarlarında tartışmasız bir ağırlık kazandı. Ancak bu başarı hikâyesinin arka planında, küresel rekabetin doğasını ve dengelerini sarsan önemli bir strateji yatıyor: damping. Çin’in çeşitli sektörlerde uyguladığı bu fiyat kırma politikası, yalnızca rakip ülkelerin ekonomilerini tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda küresel ticaretin kurallarını ve normlarını da sorgulanabilir hale getiriyor.
Damping, bir malın ihraç edildiği pazarda iç pazardakinden daha düşük bir fiyata satılmasıdır. Bu strateji, kısa vadede tüketiciler için cazip fiyatlar sunsa da, uzun vadede yerel üreticileri iflasa sürükleyebilir ve piyasada tekelleşmeye neden olabilir. Çin, özellikle çelik, güneş paneli, batarya ve elektrikli araç gibi sektörlerde bu politikayı yoğun şekilde uygulayarak Batı ülkelerinde ciddi endişelere yol açtı. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, yerli üreticilerini korumak adına anti-damping vergileri ve kota uygulamalarıyla karşılık veriyor. Ancak bu önlemler, Çin’in devasa üretim gücü karşısında zaman zaman yetersiz kalabiliyor.
Çin’in damping stratejisinin temelinde devlet destekli üretim modeli yatıyor. Devlet teşvikleriyle maliyetleri düşürülen şirketler, ürünlerini dünya piyasalarında zararına bile satabiliyor. Bu da Çinli firmalara haksız bir rekabet avantajı sağlarken, serbest piyasa dinamiklerini bozan bir etki yaratıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yerli sanayinin Çin’in fiyat baskısı altında ezilmesi, ekonomik bağımsızlık açısından büyük bir tehdit oluşturuyor.
Küresel tepkiler ise her geçen gün daha yüksek sesle dile getiriliyor. Avrupa Komisyonu’nun Çin’den ithal edilen elektrikli araçlar için başlattığı sübvansiyon soruşturması, bu tepkilerin somut bir örneğidir. ABD, çelik ve alüminyum ürünlerine getirdiği yüksek gümrük vergileriyle Çin’e karşı net bir duruş sergilerken, Hindistan, Brezilya ve Güney Kore gibi ülkeler de benzer tedbirlerle kendi sanayilerini korumaya çalışıyor. Ancak tüm bu önlemler, küresel tedarik zincirlerini olumsuz etkileyerek tüketici fiyatlarının artmasına ve ekonomik belirsizliklerin derinleşmesine de neden olabiliyor.
Çin ise bu eleştirileri büyük ölçüde reddediyor. Yetkililer, Çin’in düşük maliyet avantajının verimlilik, ölçek ekonomisi ve teknolojik yatırımlardan kaynaklandığını savunuyor. Ancak bu söylemin ne ölçüde gerçekçi olduğu, devlet desteklerinin şeffaflığı ve piyasa mekanizmalarının adil işleyip işlemediği gibi sorular halen yanıt arıyor.
Bugün dünya pazarı adeta bir yangın yerine dönmüş durumda. Ticaret savaşları, jeopolitik gerilimler ve ekonomik korumacılık dalgası, küresel ekonomik büyümeyi tehdit ediyor. Çin’in damping politikaları, bu yangının merkezindeki kıvılcımlardan biri olarak öne çıkıyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, sürdürülebilir ve adil bir küresel ticaret sistemi için yalnızca rekabetin değil, iş birliğinin de ön plana çıkması gerekiyor. Aksi takdirde, yangının yayılma riski yalnızca Çin’i değil, tüm dünyayı etkilemeye devam edecek.