Son aylarda finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmalar, özellikle Borsa İstanbul’daki sert iniş çıkışlar, yatırımcılar arasında ciddi endişelere yol açtı. Resmi açıklamalar ve piyasa yorumları bu oynaklığı çoğunlukla dış gelişmelere, özellikle İran-İsrail hattında tırmanan jeopolitik gerilime bağlasa da, perde arkasındaki dinamikler çok daha derin olabilir. Gerçekten de, İran-İsrail gerilimi bir “bahane” mi? Asıl risk, gözümüzün önünde ama gündem dışında mı tutuluyor?
Jeopolitik risklerin piyasaları etkilediği elbette doğru. Ancak ne zaman ki içeride bazı ekonomik göstergeler bozulmaya başlasa, piyasada sert düzeltmeler yaşansa ya da kamu otoriteleri bazı kararlar alsa, hemen aynı günlerde dış kaynaklı krizler gündeme taşınıyor. Bu senaryo defalarca yaşandı ve artık yatırımcılar için sıradan bir döngü halini aldı. Bu noktada “göz boyama mı yapılıyor?” sorusu kaçınılmaz hale geliyor. Zira, içerideki ekonomik bozulmaların üstü, dış krizlerin tozu dumanıyla örtülmek isteniyor olabilir.
Son Borsa İstanbul örneğinde de benzer bir izlenim mevcut. Endeks belirli aralıklarla yükseliyor, ardından sert düşüşlerle küçük yatırımcıyı silkeliyor. Bu arada aracı kurumlar ve büyük portföylerin bazılarında işlem yoğunlukları dikkat çekiyor. Volatilite Bazlı Tedbir Sistemi (VBTS) kapsamında sıkça alınan önlemler, görünüşte küçük yatırımcıyı koruma amacı güdüyor; fakat uygulamada bu tür kararların çoğu zaman büyük oyuncuların stratejik hamleleriyle çakıştığı görülüyor. Hisselerde önce hızlı alımlar, sonra ani düşüşler yaşanıyor. Kaybeden yine küçük yatırımcı oluyor.
Dahası, içeride enflasyonla mücadelede kararsız adımlar, faiz politikasındaki belirsizlikler ve kamunun yüksek borçlanma ihtiyacı gibi yapısal sorunlar, zaten piyasalarda derin bir güvensizlik yaratmış durumda. Dış gerilimler yalnızca bu güvensizliğe kılıf sunuyor. Üstelik bu sırada içeride kamu maliyesine destek olacak “kaynak arayışı” da sürüyor. Halka arzların artışı, vergi düzenlemeleri ve bazı sektörlerde kamu kontrolünün artması, devletin yatırımcı cephesinde daha aktif bir rol aldığını gösteriyor. Ancak bu rol, şeffaflık ve güven üzerine değil, çoğu zaman fırsatçılık ve denetimsizlikle örtüşüyor.
Tüm bu gelişmeler, küçük yatırımcıların “sistemin açık hedefi” haline gelip gelmediği sorusunu da beraberinde getiriyor. Küçük yatırımcı bir yandan bilgi eksikliğiyle mücadele ederken, diğer yandan kurumsal oyuncuların spekülatif hamlelerine karşı savunmasız kalıyor. Piyasa regülasyonları kâğıt üzerinde şeffaflığı ve adil işlemi vaat etse de, uygulamada genellikle güçlü olanın lehine işler yürüyor.
Sonuç olarak, İran-İsrail gerilimi gibi jeopolitik riskler piyasalar için elbette önemli. Ancak asıl riskin, içerideki yapısal zaaflardan ve piyasa manipülasyonlarına karşı yetersiz denetimlerden kaynaklandığını görmek gerek. Bu durum, küçük yatırımcı için ciddi bir uyarı niteliğinde. Çünkü bazen krizler gerçekten dışarıdan değil, içeriden geliyor. Asıl dikkat edilmesi gereken de tam olarak bu: perde arkasında kim kazanıyor, kim kaybediyor? Gerçek bu soruların cevabında gizli.