Dünya, uzun süredir küreselleşme ile şekillenen ekonomik bir düzende ilerliyordu. Sınırlar esnekleşmiş, ticaret akışları hızlanmış, tedarik zincirleri kıtaları aşan bir ağ haline gelmişti. Ancak son on yılda yaşananlar, bu düzenin artık bir kırılma noktasına geldiğini gösteriyor. Özellikle büyük güçler arasında tırmanan ticaret savaşları, dünya ekonomisinin yapısını sarsmakla kalmadı; birçok ülkeyi yeni stratejiler üretmeye mecbur bıraktı. Türkiye de bu gölgeli tabloda kendi yolunu çizmek zorunda kalan ülkelerden biri oldu.
Amerika ile Çin arasında başlayan ve giderek başka aktörleri de içine alan ticaret gerilimleri, yalnızca gümrük tarifeleri ve ihracat kısıtlamalarıyla sınırlı kalmadı. Teknoloji alanında yaşanan yaptırımlar, çip krizleri, tedarik zincirlerindeki kopmalar ve enerji savaşları, ekonomik ilişkileri adeta siyasi satranç tahtasına çevirdi. Bugün artık ticaret, sadece al-sat işi değil; ülkeler arası güç mücadelesinin bir parçası.
Bu durum küresel ölçekte birçok risk doğuruyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, büyük bloklar arasında kalmamak için kendi ayakları üzerinde durmak, üretim kapasitesini artırmak ve ekonomik dayanıklılığını güçlendirmek zorunda. Türkiye tam da bu dönemde, çok boyutlu bir strateji ile dikkat çekiyor.
Öncelikle Türkiye, coğrafi konumunu akıllıca değerlendirme gayreti içinde. Avrupa ile Asya arasındaki transit koridor rolünü lojistik ve enerji projeleriyle güçlendirmesi, sadece ekonomik değil, jeopolitik anlamda da önemli bir hamle. Orta Koridor Projesi, liman yatırımları, demiryolu ağlarının genişletilmesi gibi adımlar bu stratejinin yapı taşlarını oluşturuyor.
İkinci olarak üretim ve sanayi alanında yerlileşme adımları öne çıkıyor. Savunma sanayisinden tarım teknolojilerine, otomotivden enerjiye kadar birçok sektörde yerli üretim kapasitesinin artırılması, dışa bağımlılığı azaltma çabasının bir yansıması. Bu, sadece ekonomik bir karar değil; aynı zamanda ticaret savaşlarının yarattığı kırılganlıklara karşı bir direnç geliştirme çabasıdır.
Üçüncü önemli hamle ise çok yönlü dış ticaret politikaları. Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerini sürdürürken aynı zamanda Afrika, Orta Asya, Körfez ve Uzak Doğu pazarlarında yeni ticaret fırsatları arıyor. Tek bir blok ya da pazara bağımlı kalmadan, dengeli ve çok kutuplu bir ticaret ağı kurmaya çalışıyor.
Elbette bu süreçte zorluklar da var. Enflasyon baskısı, enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar, küresel finans sistemindeki belirsizlikler Türkiye ekonomisi üzerinde de zaman zaman ağır etkiler bırakıyor. Ancak bu tablo, stratejik akıl ile yönetildiğinde her krizin aynı zamanda bir fırsat barındırdığı da görülüyor.
Bugün Türkiye için asıl mesele; kısa vadeli dalgalanmalardan çok, uzun vadeli direnç ekonomisini inşa etmektir. Ticaret savaşlarının gölgesinde dünya, yeni bir ekonomik düzene doğru ilerlerken, Türkiye de bu süreçte kendi oyun planını geliştirmeye çalışıyor. Üretim, teknoloji, lojistik ve diplomasi ekseninde inşa edilen bu strateji, gelecekte ülkenin küresel ticaretteki rolünü daha da güçlendirebilir.
Sonuç olarak dünya ekonomisinin yeniden şekillendiği bir çağdayız. Kurallar değişiyor, alışkanlıklar sorgulanıyor, dengeler yeniden kuruluyor. Türkiye’nin bu dönüşümde izleyeceği yol, yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda siyasi ve kültürel geleceğini de belirleyecek. Bu yolculukta en önemli sermayemiz; stratejik akıl, üretim gücü ve istikrarlı kararlılıktır.