Yeni Bir Paradigma: Ülkemizde Sürdürülebilir ve Kapsayıcı Büyüme

Günümüzde dünya, iklim krizi, gelir adaletsizliği, kaynakların hoyratça tüketimi ve teknolojik dönüşümün yarattığı sosyal uçurumlar gibi küresel sorunlarla mücadele ederken, ülkelerin modellerini yeniden sorgulaması kaçınılmaz hale geldi. Türkiye olarak, yalnızca “büyüme hızı” odaklı değil, “nasıl büyüdüğümüzü” merkeze alan, çevreyi koruyan, toplumsal eşitsizlikleri azaltan ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmayı hedefleyen yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. İşte bu noktada, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme, bir tercihten öte bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.

Neden Eski Model Artık İşlemiyor?

20’nci yüzyılın geleneksel büyüme anlayışı, doğal kaynakların sınırsız olduğu varsayımına dayanıyordu. Sanayileşme ve kentleşme sürecinde çevresel maliyetler göz ardı edildi, sosyal ise yalnızca rakamlarıyla ölçüldü. Ancak bu model, bugün çevre kirliliği, iklim değişikliği, genç işsizliği ve bölgesel gelir farkları gibi sorunları derinleştirdi. Örneğin, Türkiye’de son 20 yılda ortalama büyüme hızı %5’in üzerinde seyretse de, bu büyümenin meyveleri toplumun tüm kesimlerine eşit dağılmadı. TÜİK verilerine göre, en zengin %20’lik dilim, gelirden en fakir %20’lik dilimin 8 kat daha fazla pay alıyor. Benzer şekilde, arazilerinin betonlaşması ve su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı, gelecekte gıda güvenliğimizi tehdit ediyor. Bu tablo, “büyüme” ile “kalkınma”nın aynı şey olmadığını gösteriyor.

Sürdürülebilir ve Kapsayıcı Büyümenin Üç Temel Dayanağı

  1. Ekonomik : Yeşil Dönüşüm ve
    Fosil yakıt bağımlılığından çıkış, yenilenebilir yatırımları ve döngüsel ekonomi modelleri, sürdürülebilir büyümenin olmazsa olmazı. Türkiye’nin rüzgar ve güneş enerjisi potansiyeli, Avrupa’da ilk sıralarda yer alıyor. Ancak bu potansiyelin tam anlamıyla kullanılabilmesi için teknoloji transferi, yerli üretim teşvikleri ve enerji depolama altyapısına yatırım şart. Ayrıca, sanayide dijital dönüşüm (Endüstri 4.0) ve yeşil hidrojen gibi alanlarda destekleri, Türkiye’yi düşük karbonlu ekonomiye geçişte öncü ülkeler arasına sokabilir.
  2. Sosyal Kapsayıcılık: Fırsat Eşitliği ve Dayanışma
    Büyümenin kapsayıcı olması, kadınların, gençlerin, engellilerin ve kırsal kesimde yaşayanların ekonomik ve sosyal hayata tam katılımıyla mümkün. Türkiye’de kadın istihdam oranı %34’lerde seyrederken, bu oran OECD ortalamasının oldukça gerisinde. Çözüm, kreş desteği, esnek çalışma modelleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı politikaların yaygınlaşmasında yatıyor. Aynı şekilde, mesleki programlarıyla gençlerin dijital becerilerle donatılması ve kırsalda tarımın teknolojiyle buluşması, fırsat uçurumunu kapatacak adımlar olabilir.
  3. Çevresel Dirençlilik: Doğayla Uyumlu Kalkınma
    Ormanların korunması, su kaynaklarının verimli kullanımı ve kentlerin iklim dostu planlanması, sürdürülebilirliğin temel taşları. Örneğin, İstanbul’daki sel felaketleri, altyapı yatırımlarının iklim değişikliği senaryolarına uyarlanması gerektiğini hatırlattı. Tarımda agroekolojik uygulamalar ve toprak sağlığının iyileştirilmesi, gıda güvencesini artırırken kırsal kalkınmayı da destekleyecektir.

Nasıl Bir Yol Haritası?

  • Devletin Rolü: Vergi politikaları (karbon vergisi, yeşil tahviller), sürdürülebilir altyapı projeleri (elektrikli araç şarj ağı, toplu taşıma yatırımları) ve şeffaf yönetişim mekanizmaları kritik öneme sahip.
  • Özel Sektör ve STK’lar: Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin ötesine geçerek, ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) kriterlerini iş modellerine entegre etmeli. Örneğin, tekstil sektöründe “adil ticaret” sertifikasyonu veya enerji firmalarının kömürden çıkış taahhütleri.
  • Toplumsal Bilinç: Vatandaşların alışkanlıklarını değiştirmesi (geri dönüşüm, enerji tasarrufu), sivil toplumun denetleyici rolü ve medyanın farkındalık kampanyaları, dönüşümü hızlandıracak unsurlar.

Zorluklar ve Fırsatlar

Bu paradigmayı hayata geçirmek, elbette kolay değil. Fosil yakıt endüstrisinin direnci, kısa vadeli ekonomik kaygılar ve siyasi irade eksikliği engel olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme, yalnızca bir “maliyet” değil, aynı zamanda yeni istihdam alanları (yeşil işler), teknolojik atılımlar ve küresel rekabette avantaj sağlayacak bir “yatırım”.

Sonuç: Geleceği Bugünden İnşa Etmek

Sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme, ülkemizin 2053 vizyonuna giden yolda bir “lüks” değil, “hayatta kalma stratejisi”. Bu dönüşüm, yalnızca ekonomistlerin veya politikacıların değil, çiftçisinden öğrencisine, işçisinden sanayicisine kadar tüm toplumun ortak mücadelesini gerektiriyor. Unutmayalım: Doğayla barışık, insan onuruna yakışır ve hiç kimseyi geride bırakmayan bir büyüme modeli, ancak kolektif bir bilinçle mümkün.

Yarının Türkiye’sini bugünden kurgularken, karar vericilere, iş dünyasına ve bireylere düşen görev, bu paradigmayı benimsemek ve harekete geçmek. Çünkü sürdürülebilirlik, bir seçenek değil, nesiller arası bir sorumluluk.