Finans dünyasının en aldatıcı yönlerinden biri, kazancın tek başına başarı sayılmasıdır. Oysa yatırım dünyasında her kazanç, mutlaka akılcı bir stratejinin değil, çoğu zaman ham duyguların bir sonucudur. İronik biçimde, yatırımcı çoğu zaman kazandığı anda kaybetmeye başlar. Çünkü mesele para kazanmak değil, o parayla beraber aklı başta tutabilmektir.
Yatırımcı psikolojisi, bilimin bile açıklamakta zorlandığı, karmaşık bir duygular zinciridir. Bir hisse senedi yükseldiğinde, yatırımcı kendini bir dahinin vücut bulmuş hali olarak görmeye başlar. “Zaten biliyordum, hissetmiştim” cümlesi, yatırım gururlarının en popüler mantrasıdır. Oysa birkaç hafta önce aynı yatırımcı, ekran başında panikle sat butonuna basıp sonra da pişmanlıkla kendini çay ocağının köşesine atmıştı.
İroni burada başlar: Yatırımcı, kazandıkça daha fazla kazanma arzusu geliştirir. Çünkü artık sadece para değil, egosu da büyümektedir. “Yüzde 20 kar ettim ama aslında yüzde 50 olabilirdi” düşüncesiyle başlayan iç hesaplaşma, zamanla mantıklı kararların yerini duygusal öfke seanslarına bırakır. Oysa o yüzde 20’lik kazanç, birkaç hafta önce bir servet gibi görünüyordu. Kazanmak doyurmuyor, çünkü artık mesele kazanmak değil; her şeyi kazanmak.
Borsada mantığın yerini duygu aldığında, yatırım bir strateji değil, bir kumar masasına dönüşür. Bugün kazandığı hisse senedine yarın “neden aldım ki?” sorusunu yönelten yatırımcının, asıl zararı ekrandaki rakamlar değil, kendisiyle giriştiği bu duygusal mücadele yaratır. Kazanç, bir süredir uğramadığı özgüvenin kapısını çalsa da, aynı kapıdan kibir de içeri sızar. Yatırımcının gözleri kararmaya başlar: Artık risk, sadece bir olasılık değil, bir alışkanlıktır.
Piyasada “tecrübeli yatırımcı” diye tanımlanan kişiler aslında defalarca duygularının kurbanı olmuş ve sonunda bunun maliyetini ödemiş olanlardır. Onlar artık “kazanırken kaybetmemeyi” öğrenmişlerdir; çünkü gerçek kaybın ekrandaki kırmızı rakamlar değil, kontrol kaybı olduğunu anlamışlardır. Ne var ki yeni başlayan her yatırımcı, bu gerçeği kendi bedeniyle test etmeden öğrenemez. Çünkü her yatırımcı, bir süreliğine ölümsüz olduğunu sanır. Ta ki piyasalar onun ne kadar fanî olduğunu hatırlatana kadar.
İşte bu yüzden yatırımda kazanmak bazen en tehlikeli sonuçtur. Çünkü kazanmak, duyguları besler. Duygular, mantığın çöküşünü hızlandıran görünmez virüsler gibidir. Piyasa yukarı çıktıkça, yatırımcı iç dünyasında aşağı iner. Kar, ekranda büyürken, içsel denge küçülür. Sonuçta, kâr eden yatırımcı giderek daha az “rahat” hale gelir. Artık geceleri uykusuzluk başlar, haber bildirimleri bağımlılık yapar, her grafik kıvrımı bir kehanet gibi okunur. Tüm bunların sonunda ise yatırımcı, kazandığı halde huzursuz, kâr ettiği halde tatminsizdir. Çünkü kazanırken kaybetmiştir: Akıl sağlığını, mantığını, bazen ilişkilerini, çoğu zaman da karar alma yetisini.
Son tahlilde, yatırım dünyası bir zeka oyunu değil, bir sabır ve karakter testidir. Kâr etmek, bu testin sadece ilk sorusudur. Asıl mesele, kâr ederken kim olduğunu unutmamaktır. Çünkü yatırımcı, kazandığı parayı koruyabilir; ama duygularına yenilirse, o kazanç sadece geçici bir tesadüften ibaret kalır. Ne yazık ki piyasa tarihinin en büyük kayıpları, kaybetmekten değil, kazanmanın sarhoşluğundan doğar.