Yatırım Teşvikleri ve Yerli Üretim: Sürdürülebilir Bir Model Mümkün mü?

Ekonomik Kalkınma ve Çevresel Denge Arasında Bir Köprü

Günümüzde küresel ekonomik sistem, yerli üretimi destekleyen politikalar ile uluslararası rekabeti dengelemeye çalışıyor. Yatırım teşvikleri, bu süreçte ülkelerin en sık başvurduğu araçlardan biri. Ancak kritik soru şu: Teşvikler ve yerli üretim, uzun vadede hem ekonomik hem ekolojik sürdürülebilirliği sağlayabilir mi?

Yatırım Teşviklerinin Gücü: İstihdam, Teknoloji ve Bağımsızlık

Yatırım teşvikleri (vergisel avantajlar, ucuz kredi, altyapı desteği vb.), yerli sanayiyi canlandırmak için tasarlanır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu politikalar, üç temel hedefe hizmet eder:

  1. İstihdam Yaratmak: Fabrikaların kurulması, yeni iş alanları demek. Örneğin, Türkiye’de otomotiv sektörüne sağlanan teşvikler, bölgesel istihdamı artırdı.
  2. Teknolojik Gelişim: Yerli üretim, Ar-Ge’yi tetikler. Güney Kore, yarı iletken sektöründe devlet desteğiyle küresel bir lider haline geldi.
  3. Dışa Bağımlılığı Azaltmak: Temel ürünlerde ithalatı düşürmek, ekonomik krizlere karşı direnci artırır. Pandemi döneminde tıbbi malzeme üretimine yönelen ülkeler bunun önemini gösterdi.

Ancak bu avantajlar, plansız teşviklerle “kör bir destek” haline gelirse, sürdürülebilirlik zedelenebilir.

Tehlikeli Sular: Bağımlılık, Çevre ve Ticaret Savaşları

Yatırım teşviklerinin riskleri, özellikle şu üç alanda belirginleşiyor:

  1. Devlete Bağımlılık: Bazı şirketler, teşvikler bitince rekabet edemez hale geliyor. Örneğin, Brezilya’nın otomotiv teşvikleri kalkınca üretim ani düşüş yaşadı.
  2. Çevresel Maliyet: Yerli üretim “ne pahasına?” sorusunu sordurmalı. Kömür madenciliğine verilen teşvikler, kısa vadeli istihdamı artırsa da iklim krizini derinleştiriyor.
  3. Ticaret Engelleri: Aşırı korumacılık, ülkeler arası gerilimi artırır. ABD-Çin ticaret savaşları, bu riskin somut örneği.

Sürdürülebilir Model İçin 4 İlke

  1. Stratejik Sektörler: Teşvikler, geleceğin ekonomisini şekillendirecek alanlara (yenilenebilir enerji, batarya teknolojileri, biyoteknoloji) odaklanmalı. Norveç’in elektrikli araç ve hidrojen politikaları buna örnek.
  2. Şartlı ve Zaman Sınırlı Destek: Teşvikler, istihdam hedefleri veya karbon ayak izi kriterleriyle bağlantılandırılmalı. Almanya’nın güneş enerjisi sektöründeki başarısı, desteklerin kademeli çekilmesine dayanıyor.
  3. Yeşil Dönüşümle Entegrasyon: Yerli üretim, düşük karbon ekonomisiyle uyumlu olmalı. İsveç’in çelik endüstrisinde hidrojen kullanımı, fosil yakıt bağımlılığını kırıyor.
  4. Uluslararası İş Birliği: Küresel tedarik zincirlerine entegre olmak, korumacılık tuzağından kaçınmayı sağlar. Avrupa Yeşil Mutabakatı, bu dengenin nasıl kurulabileceğini gösteriyor.

Türkiye Özelinde Fırsatlar ve Zorluklar

Türkiye’de otomotiv, savunma ve yenilenebilir enerji sektörlerindeki teşvikler, ihracat artışına katkı sağladı. Ancak katma değerli üretim ve teknoloji transferinde sınırlı kalınması, sürdürülebilirliği sorgulatıyor. Örneğin, yerli otomobil projesi TOGG, teşviklerle hayata geçti ancak batarya teknolojisi ve yazılımda dışa bağımlılık devam ediyor.

Çözüm, teşviklerin “nitelikli büyümeye” dönüşmesinde yatıyor:

  • Üniversite-sanayi iş birliğiyle Ar-Ge merkezleri desteklenmeli.
  • Yeşil enerji yatırımlarına öncelik verilmeli.
  • KOBİ’lerin dijital dönüşümü teşvik kapsamına alınmalı.

Sonuç: Dengeli Bir Yaklaşım Şart

Yatırım teşvikleri ve yerli üretim, ancak şeffaf, esnek ve çevre dostu politikalar eşliğinde sürdürülebilir olabilir. Kısa vadeli kazançlar yerine, uzun vadeli stratejiler benimsenmeli. Unutmamak gerekir: Gerçek kalkınma, ekonomik büyüme ile ekolojik ayak izini dengeleyebildiğimizde mümkün.

Yarının ekonomisi, bugün atılacak akıllı adımlarla şekillenecek.