Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan’ın Amsterdam’da yaptığı açıklamalar, sadece para politikası açısından değil, toplumun tasarruf alışkanlıkları bakımından da çok şey söylüyor. Karahan’ın “Türkiye’de yastık altı altın stokunun yaklaşık 500 milyar dolara ulaştığı” tespiti, ekonomik denklemlerin dışında duran devasa bir rezervin ülke ekonomisini nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor.
Altın, Türk halkı için tarihsel olarak sadece bir yatırım aracı değil, aynı zamanda bir güvenlik kalkanı oldu. Enflasyonist dönemlerde hızla eriyen Türk lirası karşısında altın, nesiller boyu güvenli liman olma özelliğini sürdürdü. Ancak bu davranış biçimi, Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikasının etkinliğini ciddi biçimde zayıflatıyor. Çünkü piyasaya yönelmesi beklenen tasarruflar bankacılık sisteminin dışında kalıyor, finansal aracılığın derinleşmesini engelliyor ve ekonomiye döviz kazandıracak yatırımların önünü tıkıyor.
Karahan’ın altını çizdiği diğer nokta da oldukça kritik. Normal şartlarda doların küresel ölçekte değer kaybetmesi, gelişmekte olan ülkelerin lehine bir gelişmedir. Çünkü sermaye akımlarını güçlendirir, borçlanma maliyetlerini hafifletir. Ancak Türkiye’de altın talebi öylesine güçlü ki, zayıf doların potansiyel faydaları altın piyasasına yönelen birikimlerle törpüleniyor. Yani küresel bir avantaj, yerel davranış kalıpları nedeniyle istenen sonucu doğuramıyor.
Bu noktada asıl mesele, TCMB’nin altın rezervi sorusu etrafında şekilleniyor. Türkiye, son yıllarda resmi rezervlerinde altına önemli bir yer verdi. Ancak vatandaşların elinde bulunan altın miktarı, resmi rezervlerin çok üzerinde. Bu da aslında bir ironi yaratıyor: Ülkenin gerçek serveti, resmi bilançolarda değil, hanelerin kasalarında ve çekmecelerinde duruyor.
Buradan bakıldığında Merkez Bankası’nın işi oldukça zor. Bir yandan sıkı para politikasını sürdürerek enflasyonla mücadele etmeye çalışıyor, diğer yandan ise vatandaşların güvenli liman tercihi bu çabayı sınırlıyor. Yastık altındaki altının ekonomiye kazandırılması yönünde geçmişte çeşitli kampanyalar yapıldı, bankalar altın toplama seferberlikleri başlattı. Ancak sonuçlar beklenenden zayıf kaldı. Güvensizlik, istikrarsızlık ve belki de tarihsel alışkanlıklar, bu altınların resmi sisteme dahil olmasının önündeki en büyük engel.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin gerçek sınavı, işte bu güven sorununu çözmek olacak. Vatandaşın altını yalnızca bir “güvenlik yastığı” değil, aynı zamanda ekonomiye katkı sağlayacak bir değer haline getirebilmesi gerekiyor. Aksi halde Merkez Bankası ne kadar sıkı durursa dursun, yastık altındaki devasa servet ekonominin üzerinde görünmez bir gölge olarak kalmaya devam edecek.
Bugün Türkiye’nin altın hikâyesi, aslında toplumsal bir psikolojinin de yansıması. Enflasyonla mücadele yalnızca faiz politikalarıyla değil, aynı zamanda halkın güvenini kazanarak, tasarruflarını ekonomiye kanalize edebilecek mekanizmaları güçlendirerek başarıya ulaşabilir. Karahan’ın verdiği 500 milyar dolarlık rakam, yalnızca bir veri değil; aynı zamanda çözülmesi gereken dev bir bilmece.










