Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) geçtiğimiz günlerde yayımladığı İstihdam Görünümü 2025 Raporu’nda, dünya ekonomisinin geleceği açısından giderek daha fazla önem kazanan bir konuyu tekrar gündeme getirdi: nüfus yaşlanması. OECD Genel Sekreteri Mathias Cormann’ın da altını çizdiği gibi, demografik değişim, yani doğum oranlarının düşmesi ve yaşam süresinin uzaması, önümüzdeki yıllarda küresel ekonomiler üzerinde derin ve kalıcı izler bırakacak.
Bugün bakıldığında OECD ülkelerinde iş gücü piyasaları hala dirençli görünüyor. Mayıs 2025 itibarıyla OECD ülkelerinde istihdam 668 milyon kişiye ulaşmış durumda. İşsizlik oranları tarihsel olarak düşük seyrediyor; yüzde 4,9 seviyesinde ve yakın gelecekte de bu civarda kalması bekleniyor. İstihdam oranları yüzde 72,1 ile son yirmi yılın en yüksek düzeyinde. Yüzeyde tablo oldukça parlak. Ancak bu güçlü verilerin ardında uzun vadede patlamaya hazır bir sorun saklı: hızla yaşlanan nüfus.
OECD raporuna göre 2060’a kadar çalışma çağındaki nüfusun OECD genelinde yüzde 8 oranında azalması bekleniyor. Daha çarpıcı olan ise, OECD ülkelerinin dörtte birinde bu azalmanın yüzde 30’un üzerine çıkacak olması. Aynı süreçte, 65 yaş üzerindeki nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı dramatik biçimde artacak. 1980’de bu oran yüzde 19 düzeyindeyken, 2023’te yüzde 31’e ulaştı. Tahminler, 2060’ta bu oranın yüzde 52’yi göreceğini gösteriyor. Yani iki çalışan kişiye neredeyse bir emekli düşecek. Bu tablo emeklilik ve sağlık sistemlerinde çok daha yüksek maliyetleri zorunlu kılacak. OECD hesaplamalarına göre, yalnızca emeklilik ve sağlık harcamalarındaki artış GSYH’nin yüzde 3’ü kadar ek yük yaratacak.
Bu durum sadece bütçeler açısından değil, ekonomik büyümenin genel dinamiği bakımından da kaygı verici. Çalışma çağındaki nüfus azalırken, üretim potansiyeli de sınırlanacak. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, kişi başına düşen GSYH büyümesinde yüzde 40’a varan yavaşlamalarla karşılaşmak mümkün. Böyle bir senaryo, refah seviyelerinin yükselmesini değil, tam aksine uzun süre yerinde saymasını ya da gerilemesini beraberinde getirebilir.
OECD Genel Sekreteri Cormann bu nedenle yaşlanan nüfusa karşı alınması gereken önlemleri açıkça ortaya koyuyor. Yaşlı çalışanların istihdam olanaklarının artırılması, kadınlar ve gençlerin iş gücüne katılımının daha etkin desteklenmesi ve en önemlisi, üretkenlik artışını sağlayacak politikaların hayata geçirilmesi elzem. Özellikle yapay zeka gibi yeni teknolojilerin sunduğu fırsatlardan çalışanların tam anlamıyla yararlanabilmesi için, eğitim ve beceri programlarının zaman kaybetmeden güçlendirilmesi gerekiyor.
Tüm bu tablo bize aslında sessiz ama güçlü bir krizin kapıda olduğunu gösteriyor. Genellikle ekonomik krizler söz konusu olduğunda gözler finans piyasalarına, para politikalarına ya da jeopolitik risklere çevrilir. Oysa daha büyük, daha derin ve uzun vadeli bir kriz demografik yapıda kendini gösteriyor. Nüfus yaşlanmasının iş gücü üzerinde yaratacağı baskı ve kamu maliyesine getireceği yük, geleceğin refahı açısından belki de en kritik sınav olacak.
Bu yüzden bugünden harekete geçmek gerekiyor. Eğitimden istihdam politikalarına, sosyal güvenlikten teknoloji adaptasyonuna kadar pek çok alanda daha vizyoner adımlar atılmalı. Ancak böylelikle önümüzdeki on yıllarda hem insanların daha uzun ve sağlıklı yaşam sürmesinin yarattığı başarı öyküsü, ekonomik büyümenin önünde bir engel olmaktan çıkar; aksine fırsata dönüştürülebilir. Aksi takdirde, hızla yaşlanan nüfusun getireceği iş gücü açıkları ve mali baskılar, bugünkü olumlu ekonomik göstergeleri kısa sürede gölgede bırakacak gibi görünüyor.










