Yapay Zekâ Çağında Egemenlik ve Stratejik Dönüşüm

21’nci yüzyılın en belirleyici unsuru, dijital teknolojilerin baş döndürücü hızla yayılması ve bu teknolojilerin yalnızca ekonomik değil, siyasi ve toplumsal yapıları da kökten dönüştürmeye başlamasıdır. Artık klasik kalkınma modelleriyle, sanayi çağının reçeteleriyle geleceğe hazırlanmak mümkün değil. Çünkü bugünün ekonomik gücü, doğal kaynaklardan değil, bilgi, veri ve algoritmalar üzerinden yükseliyor. Yapay zekâ, blockchain, nesnelerin interneti, kuantum bilgi işlem gibi teknolojiler; devletlerin egemenliğini yeniden tanımlıyor, şirketlerin küresel dengedeki yerini belirliyor ve toplumların günlük yaşam pratiklerini baştan yazıyor.

    Bu yeni düzende strateji geliştirmek, her zamankinden daha önemli. Ama stratejinin kendisi de evrim geçirmiş durumda. 19. yüzyılda ekonomik strateji hammadde, ulaşım yolları ve fabrika sayısı etrafında şekillenirken, 21. yüzyılda aynı stratejik değer artık veri merkezlerinde, yazılım mimarilerinde ve yapay zekâ modellerinde saklı. Bu değişimin büyüklüğü, bugün dünyanın en değerli şirketlerinin kim olduğuna bakıldığında açıkça görülüyor. Nvidia, Microsoft, Apple, Amazon ve Alphabet gibi şirketlerin piyasa değerleri, birçok ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasını geride bırakmış durumda. Örneğin Nvidia’nın piyasa değeri, yalnızca Türkiye’yi değil, Birleşik Krallık gibi köklü bir ekonomiyi dahi aşmış bulunuyor. Bu durum, dijital teknolojilere yatırım yapmanın artık lüks değil, bir egemenlik meselesi olduğunu ortaya koyuyor.

    Teknolojik devrimler daima dönüşüm sancılarını beraberinde getirmiştir. Sanayi devrimi dokumacıları işsiz bırakmış, matbaanın icadı el yazması geleneğini tehdit etmiş, hesap makineleri ve bilgisayarlar zihinsel tembelliğe yol açacak diye eleştirilmiştir. Ancak her defasında insanlık bu dönüşümden güçlenerek çıkmayı başarmıştır. Bugün benzeri bir eşikteyiz. Yapay zekânın gelişimi; meslekleri, üretim ilişkilerini ve eğitim sistemlerini yeniden şekillendiriyor. Bu değişime direnen değil, onu yönlendiren ülkeler kazanan olacak.

    Yapay zekâ çağının üç temel taşı vardır: Kritik veri kaynakları, güçlü dijital altyapı ve nitelikli insan kaynağı. Bu üçlüye sahip olan ülkeler, küresel yarışta avantajlı konumda. ABD ve Çin merkezli şirketlerin elindeki muazzam veri havuzları, en gelişmiş donanımlar ve algoritmalarla birleştiğinde neredeyse aşılması zor bir teknolojik duvar ortaya çıkıyor. Bu durum sadece ekonomik rekabeti değil, ulusal egemenliği de doğrudan tehdit ediyor. Çünkü dijital alanda başkasının teknolojisine bağımlı olmak, ekonomik bağımlılıktan çok daha hızlı ve derin etkiler yaratabilir. İşte bu nedenle birçok ülke, “egemen yapay zekâ” kavramını gündemine aldı. Fransa, Almanya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, sadece kullanıcı değil, üretici olmak için stratejik yatırımlar yapıyor.

    Örneğin BAE, tüm vatandaşlarına ücretsiz ChatGPT Plus erişimi sunarak dijital farkındalığı tabana yaymaya çalışıyor. Avrupa Birliği ise stratejik teknolojilerde dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla beş adet “gigafabrika” için 20 milyar euro ayırdı. Bu yatırımlar yalnızca bugünün değil, gelecek on yılların rekabetini şekillendirecek altyapılar inşa ediyor. Türkiye’nin de benzer bir yol haritası çizmesi gerekiyor. Yapay zekâ stratejisinin güncellenmesi, sadece teknolojik bir tercih değil; ekonomik bağımsızlık, istihdamın geleceği ve toplumsal refah açısından da elzem bir adım.

    Ancak strateji sadece devletin işi değil. Akademi, özel sektör, sivil toplum ve bireyler bu süreçte aktif rol oynamalı. Gelişen teknolojilere kayıtsız kalmak, yalnızca teknolojik açıdan geri kalmakla sonuçlanmaz; aynı zamanda küresel karar mekanizmalarının dışında kalmak anlamına gelir. Bugün geliştirilen algoritmalar, sadece ticari süreçleri değil, toplumsal ilişkileri, güvenlik politikalarını ve bireysel hakları da belirliyor. Dolayısıyla bu süreci sadece teknik değil, etik, sosyal ve hukuki boyutlarıyla da ele almak gerekiyor.

    Geleceği şekillendirmek için artık zamanla yarışmak gerekiyor. Bu yarışta başarı, yalnızca teknolojiyi takip edenlerin değil, onu yönlendirenlerin olacak. Her teknolojik devrim gibi, bu dönemde de gecikenler yalnızca izleyici konumuna düşer. Türkiye’nin bu kez izleyen değil, yön veren bir aktör olması için fırsat penceresi hâlâ açık. Ama bu pencere sonsuza kadar açık kalmayacak. Önemli olan bu fırsatı zamanında görmek ve cesurca değerlendirebilmektir. Çünkü 21. yüzyıl, sadece güçlü olanların değil, stratejik düşünebilenlerin çağı olacak.