Türkiye’de vergi sisteminin adaleti uzun süredir kamuoyunun gündeminde. Ancak 2025 yılının ilk altı ayında ortaya çıkan rakamlar, bu tartışmanın sadece teorik bir mesele olmadığını, toplumun geniş kesimlerini doğrudan etkileyen ciddi bir yapısal sorun olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, ocak-haziran döneminde devletin kasasına giren toplam 4 trilyon 771,5 milyar TL’lik vergi gelirinin yüzde 63,3’ü yani 3 trilyon 18,7 milyar lirası dolaylı vergilerden elde edildi. KDV, ÖTV gibi tüketim üzerinden alınan vergiler, halkın gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçası olan harcamaların üzerinden tahsil ediliyor. Bu vergiler, geliri ne olursa olsun herkes tarafından eşit oranda ödeniyor. Tam da bu nedenle “vergide adalet” ilkesi açısından büyük bir sorun teşkil ediyor.
Buna karşılık doğrudan vergilerin, yani gelir, kâr ve servetten alınan vergilerin payı sadece yüzde 36,7 düzeyinde kaldı. Vergi sisteminin teoride daha adaletli sayılan bu tür kalemleri, Türkiye’de hâlâ sınırlı düzeyde tahsil ediliyor.
Gelir Vergisinin toplam vergi pastasındaki payı yüzde 24,2 olurken, bunun neredeyse tamamı, yani yüzde 92,6’sı ücret ve maaşlardan kesilen gelir vergisi tevkifatından oluştu. Bu da fiilen vergi yükünün büyük ölçüde çalışan kesimin omuzlarında olduğunu gösteriyor. Serbest meslek erbaplarından, kira geliri elde edenlerden veya ticari kazanç sahiplerinden beyanname yoluyla tahsil edilen gelir vergisinin toplam içindeki payı yalnızca yüzde 1,8 seviyesinde.
Bu tablo, Türkiye’de sabit gelirli bireylerin, özellikle bordrolu çalışanların vergi yükünü orantısız bir şekilde sırtlandığını açıkça ortaya koyuyor. Ücretli kesimin vergiye katkısı hem dolaylı yollardan (KDV, ÖTV gibi) hem de doğrudan maaşlarından yapılan kesintilerle iki katmanlı bir yük halini almış durumda. Tüketim alışkanlıkları üzerinden alınan dolaylı vergiler, adaletsizliğin yanı sıra ekonomik kırılganlıkları da artırıyor. Enflasyonist baskı altında alım gücü zayıflayan vatandaş, aynı zamanda tüketimi nedeniyle de yüksek oranda vergi ödemeye devam ediyor.
Toplanan verginin önemli bir bölümünü oluşturan KDV’de yılın ilk yarısında toplam 1 trilyon 464 milyar lira tahsil edildi. Bunun 695,9 milyarı dahilde, 768,1 milyarı ise ithal ürünlerden geldi. Yine ÖTV kaleminden gelen tahsilat 842,9 milyar lira ile vergi pastasının yüzde 17,7’sine ulaştı. Tüketiciye dönük bu yükün 315 milyar lirası taşıt alımlarından, 225,9 milyarı akaryakıt ve doğalgazdan, 184,1 milyarı tütün ürünlerinden elde edildi. Diğer bir ifadeyle vatandaş araba alırken, evini ısıtırken, sigara içerken ya da sadece bir kola içerken bile dolaylı olarak yüksek oranda vergi ödüyor.
Vergi gelirlerinde Kurumlar Vergisi’nin payı ise yüzde 11,3’e gerilemiş durumda. İlk yarıda sadece 538,9 milyar lira kurumlar vergisi tahsil edildi ve bu kalemdeki artış oranı yüzde 15,7 ile enflasyonun oldukça gerisinde kaldı. Bu durum, gelir ve servet üzerinden alınan vergilerin şirketler ve yüksek gelir grupları açısından hâlâ çok sınırlı kaldığını gösteriyor.
Mülkiyet vergilerinde ise durum daha da çarpıcı. Motorlu Taşıtlar Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi ve Değerli Konut Vergisi kalemlerinden altı ayda toplamda sadece 60 milyar TL civarında bir tahsilat yapılabildi. Bu rakam toplam vergi pastasının sadece yüzde 1,2’sine denk geliyor. Özellikle servet vergilendirmesi açısından önemli olan bu kalemlerdeki düşüklük, Türkiye’de servet üzerinden alınan vergilerin neredeyse sembolik düzeyde kaldığını ortaya koyuyor.
Bütçe gelirlerinin yüzde 85’inin vergi tahsilatından sağlandığı bir düzende, vergi sisteminin nasıl yapılandığı doğrudan toplumun adalet duygusunu etkiliyor. Bugün Türkiye’de her 100 liralık verginin yaklaşık 63 lirasını tüketiciler, 15 lirasını bordrolu çalışanlar ödüyor. Yani toplumun büyük çoğunluğu hem dolaylı hem de doğrudan vergilerle iki kez vergilendiriliyor. Bu ise dar gelirli kesimlerin, zengin kesimlere oranla gelirlerinin çok daha büyük bir kısmını vergiye ayırmak zorunda kaldığı anlamına geliyor.
Vergide adalet, sadece gelir dağılımını dengeleyen bir unsur değil; aynı zamanda demokratik bir toplumda yurttaşların devletle olan sözleşmesinin temel yapı taşlarından biridir. Devlet, güçlü olanı gözeten değil, zayıf olanı koruyan bir sistem kurmadıkça bu sözleşme tek taraflı olmaya mahkûmdur.
Mevcut tablo, Türkiye’nin vergi sisteminin acilen yeniden yapılandırılması gerektiğini gösteriyor. Daha çok tüketene değil, daha çok kazanana; sadece bordroluya değil, gerçek kazanç ve servet sahiplerine uzanan bir sistem kurulmadıkça vergide adalet mümkün olmayacak. Bu yalnızca mali bir mesele değil, aynı zamanda sosyal bir sorumluluktur.









