Vergi politikaları, bir ülkenin ekonomik yapısını şekillendiren en temel araçlardan biridir. Devletin gelir elde etme yöntemlerinin başında gelen vergiler, aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanması ve refahın dengeli bir biçimde dağıtılması açısından da kritik öneme sahiptir. Ancak bu sistem, doğru yapılandırılmadığında ya da adil bir şekilde uygulanmadığında, en büyük yükü toplumun belkemiğini oluşturan orta sınıfın omuzlarına yükleyebilir. Bugün birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de vergi yükünün giderek orta sınıf üzerinde yoğunlaştığına dair yaygın bir kanaat vardır. Bu durum, hem ekonomik istikrarı hem de toplumsal huzuru tehdit eden bir gelişmedir.
Modern vergi sistemlerinin temelinde iki ana ilke yatar: gelir düzeyine göre vergilendirme ve ödeme gücüne göre adalet. Bu ilkeler doğrultusunda, yüksek gelirli bireylerin daha yüksek oranda vergi ödemesi, düşük gelirli bireylerin ise daha az yük altına girmesi beklenir. Ne var ki pratikte vergi sistemleri, bu idealden oldukça uzak bir noktaya savrulmuş durumda. Özellikle dolaylı vergilerin yüksek oranlara ulaşması ve doğrudan vergilerin düşük kalması, orta ve alt gelir gruplarının reel anlamda daha fazla vergi ödemesine yol açıyor.
Dolaylı vergiler, mal ve hizmet alımları üzerinden alınan KDV (Katma Değer Vergisi), ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) gibi vergileri kapsar. Bu vergiler, gelir düzeyinden bağımsız olarak herkesin aynı oranda ödemesini zorunlu kıldığından, doğası gereği adaletsiz bir yapıdadır. Örneğin, bir asgari ücretli ile yüksek gelirli bir kişi aynı ürünü satın aldığında, aynı oranda KDV öder. Ancak bu ödeme, düşük gelirli bireyin bütçesinde çok daha büyük bir yük oluşturur. Türkiye’de vergi gelirlerinin büyük bir bölümünün dolaylı vergilerden sağlanıyor olması, orta sınıfı doğrudan etkileyen ve tüketim yoluyla ağırlaştırılan bir vergi baskısına neden olmaktadır.
Buna karşılık, doğrudan vergiler olarak bilinen gelir vergisi, kurumlar vergisi gibi kalemlerde ise sistemin progresif yani artan oranlı olması gerekirken, uygulamada bu ideal zayıf kalmaktadır. Vergi kaçakçılığı, istisnalar ve muafiyetlerle zengin kesimlerin vergi yükünden kaçınabilmesi, sistemin en kırılgan noktasını oluşturur. Orta sınıf ise kayıtlı çalışmanın getirdiği şeffaflık nedeniyle maaşlarından kesilen vergilerle sisteme düzenli olarak katkı sağlarken, herhangi bir kaçış ya da avantajdan faydalanma şansı bulamaz. Böylece vergi yükü, kayıtlı ve düzenli gelir sahibi olanların üzerine adaletsiz biçimde biner.
Vergi politikalarının bu şekilde işlemesi, yalnızca ekonomik anlamda değil, sosyolojik düzeyde de ciddi etkiler doğurur. Orta sınıf, tarihsel olarak hem ekonomik büyümenin motoru hem de toplumsal istikrarın teminatı olarak görülür. Eğitim, sağlık, konut ve tüketim harcamalarının büyük kısmını finanse eden bu kesimin üzerindeki vergi baskısı arttıkça, harcama gücü azalır, tasarruf oranları düşer ve yaşam standartları geriler. Bu durum, sosyal mobiliteyi engeller, yoksulluk riskini artırır ve orta sınıfın üst gelir grubuna geçme umudunu törpüler.
Uzun vadede bu tür vergi politikaları, ekonomik dinamizmin zayıflamasına ve gelir dağılımında bozulmaya yol açar. Devletin artan sosyal harcamaları finanse etme çabasıyla dolaylı vergilere yüklenmesi, kısa vadede gelir sağlayabilir ancak uzun vadede tüketimi azaltarak büyüme potansiyelini de törpüler. Üstelik bu durum, vergiye olan toplumsal güveni de aşındırır. Vergi sisteminin adil olmadığına inanan bireyler, sistem dışına çıkma eğilimi gösterebilir, vergi kaçırma ya da kayıtsız ekonomiye yönelme gibi davranışlar artabilir.
Sonuç olarak, vergi politikalarının merkezinde adalet ilkesi yer almalıdır. Orta sınıfın ayakta kalması, sadece ekonomik dengelerin değil, toplumsal huzurun da korunması anlamına gelir. Dolayısıyla daha adil, şeffaf ve gelir düzeyine duyarlı bir vergi sistemi inşa edilmedikçe, vergi yükünün dengesiz dağılımı orta sınıfı ezmeye devam edecek ve bu durum, ülke ekonomisinin en kırılgan noktalarından biri olmaya devam edecektir. Ekonomik politikaların odağına sadece bütçe dengesini değil, sosyal dengeleri de alması kaçınılmaz bir gerekliliktir.