Türkiye ekonomisi son iki yıldır uygulanan sıkı para politikasıyla birlikte yüksek enflasyonla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak bu mücadelede kullanılan güçlü faiz silahının üretim üzerinde ağır bir baskı oluşturduğu, buna karşılık tüketimin canlı kalmayı başardığı net biçimde ortaya çıkıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı sanayi üretimi ve perakende satış endeksleri, bu çelişkiyi çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Sanayi üretimi Mayıs 2025’te yıllık bazda yüzde 4,9 artarak son dönemin en dikkat çekici yükselişini kaydederken, perakende satış hacmi ise yüzde 17,7 gibi çift haneli oranlarda artmaya devam etti. Bir yıl önceki düzey 100 kabul edildiğinde, sanayi üretimi endeksi 104,9’a yükselirken perakende satış endeksi 117,7’ye çıktı. Böylece üretimle tüketim arasındaki makas tüketim lehine yaklaşık 13 puan açılmış oldu. Üretimin yükselişi belli aralıklarla duraksarken, tüketimin çoğu ayda çift haneli artış kaydetmesi bu makasın kalıcı hale geldiğine işaret ediyor.
İşin daha ilginci, tüketimdeki bu artışın hatırı sayılır bir kısmının altın ve mücevher alışverişinden kaynaklanması. Saat, altın, mücevher gibi ürünleri içeren harcama grubu hariç tutulduğunda, perakende satışlardaki yıllık artış yüzde 17,7’den 12,7’ye geriliyor. Yani altın ve mücevher tüketimi tek başına büyümeyi 5 puan yukarı çekiyor. Bu veri, Türkiye’de hanehalklarının tasarruf ve güvenlik kaygısıyla fiziki altına yönelmeye devam ettiğini gösteriyor. Küresel belirsizlikler, bölgesel çatışmalar ve ulusal ölçekte ekonomik istikrarsızlık algısı, vatandaşın altını güvenli liman olarak görmesine zemin hazırlıyor. Kasım 2024’te bu harcama grubunun perakende satış artışına katkısı 6,1 puana kadar çıkmıştı. Bu da toplumsal davranış kalıplarındaki değişimin ne kadar kuvvetli olduğunu gözler önüne seriyor.
Öte yandan sanayi üretim endeksinin son bir yılda oldukça dalgalı bir seyir izlediği dikkat çekiyor. Ağustos 2024’te 94,4’e kadar düşen endeks, Aralık’ta 122,2’ye sıçrayarak adeta nefes aldı, ardından Ocak’ta 93’e, Şubat’ta 90,6’ya kadar gerileyerek yeniden sıkıştı. Mart ve Nisan’da nispeten toparlayan endeks Mayıs’ta 104,9’a ulaşsa da hala tüketim artışının gerisinde seyrediyor. Özellikle faizlerin yüksek seyretmesiyle birlikte kredi maliyetlerinin yükselmesi, sanayi üretiminde hem iç talep hem yatırım kanalıyla önemli bir daraltıcı etki yaratıyor.
Bu tabloya bakınca Türkiye ekonomisinin “üretmeden tüketmeye devam eden” bir hat üzerinde ilerlediği söylenebilir. Aslında bu durum geçici bir süreç olarak görülebilir, çünkü sıkı para politikasının temel amacı iç talebi sınırlayarak enflasyonu kontrol altına almak. Ancak verilere bakıldığında iç talebin özellikle altın gibi yatırım/tasarruf ürünleri üzerinden diri kaldığı, üretimin ise zorlandığı anlaşılıyor. Bu nedenle üretim ile tüketim arasındaki makas daralmadığı sürece, fiyat istikrarının da kalıcı olması zor görünüyor.
Bir diğer önemli mesele, perakende satışlarda en düşük artışın yüzde 5,2 ile tezgahlar ve pazar yerlerinde yaşanması. Bu durum düşük gelir grubunun tüketimde en sınırlı artışı gerçekleştirdiğini düşündürüyor. Buna karşın mağaza, pazar dışı satış kanalları ve kuyumculuk gibi alanlarda çift haneli artışların sürmesi, gelir dağılımındaki dengesizliklerin de bir göstergesi olarak okunabilir. Dijitalleşme, kredi kartlarıyla ödeme kolaylıkları ve büyük mağazaların agresif kampanyaları üst gelir dilimlerinin harcama yapabilme kapasitesini artırırken, dar gelirli vatandaş için enflasyonun yükü ağırlaşmaya devam ediyor.
Sonuç olarak Türkiye ekonomisi yüksek enflasyona karşı aldığı önlemlerle üretimi daraltırken, tüketim ayağında özellikle altın kaynaklı güçlü bir eğilim görülüyor. Bu kırılgan yapı uzun süre devam ederse, üretim yatırımlarının ötelenmesi, kapasite kullanım oranlarının baskılanması ve istihdam tarafında kalıcı sorunlar yaşanması kaçınılmaz olur. Oysa enflasyonla mücadelede kalıcı başarı için hem talebin hem üretimin sağlıklı bir dengede büyümesi gerekiyor. Türkiye’nin bu üretim-tüketim makasını daraltacak yapısal adımları da gündemine alması, önümüzdeki dönemde fiyat istikrarı kadar önemli bir mesele olacak. Aksi halde, altına hücum eden tüketici davranışının simgelediği “geleceğe güven eksikliği”, ekonominin en büyük handikapı olarak kalmayı sürdürecek.










