Türkiye’nin Emeklilik Gerçeği: Aktif/Pasif Oranındaki Daralma Ne Anlatıyor?

Aktif/pasif oranı 1,60’a geriledi; 21 ilde emekli sayısı çalışanları geçti. Sistem üzerindeki yük artıyor, sürdürülebilirlik tehlikede.

Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemi uzun süredir demografik baskılar, ekonomik dalgalanmalar ve istihdam piyasasındaki yapısal sorunlar nedeniyle sürdürülebilirlik sınavından geçiyor. Son açıklanan veriler, bu sınavın giderek daha zorlaştığını gösteriyor. 2023 yılında EYT düzenlemesinin yürürlüğe girmesiyle emekli sayısındaki hızlı artış ve düşen doğum oranlarının etkisiyle genç nüfusun azalması, ülkenin demografik yapısında belirgin bir dönüşüm yarattı. Bu dönüşüm sosyal güvenlik sisteminin en kritik göstergelerinden biri olan aktif/pasif oranına da net biçimde yansıdı.

2024 yılı genelinde aktif/pasif oranının 1,61 olarak gerçekleşmesi ve Ağustos ayında 1,60 seviyesine gerilemesi, Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemi açısından alarm veren bir tabloyu işaret ediyor. Bu oran, 1 emekli başına kaç çalışanın prim ödediğini ifade ediyor. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi için ideal seviyenin en az 4 olduğu kabul edilirken, 2 seviyesinin altı kritik olarak değerlendiriliyor. Türkiye’de bu oran artık 1,6 seviyesine sıkışmış durumda. Yıl sonunda toplam 25,6 milyon aktif sigortalıya karşılık 16,7 milyon kişinin emekli, dul veya yetim aylığı alması ise sosyal güvenlik yükünün boyutunu daha görünür kılıyor.

Ancak tablo yalnızca ülke genelindeki oranla sınırlı değil; bölgesel dağılım sosyal güvenlik sisteminin geleceği açısından çok daha çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Verilere göre 21 ilde emekli sayısının çalışan sayısını aşmış olması, hem ekonomik hem de demografik açıdan yapısal bir değişim yaşandığını gösteriyor. Sinop’ta 65 bin emekliye karşılık yalnızca 48 bin kayıtlı çalışan bulunması, sistemsel yükün nasıl ağırlaştığının en çarpıcı örneklerinden biri. Zonguldak, Bartın ve Rize gibi illerde de benzer bir tablo yaşanıyor. Birçok şehirde genç nüfusun göç etmesi, sanayinin daralması veya istihdam alanlarının yetersiz kalması, emeklilerin yoğunlukta olduğu bölgeler yaratıyor.

Diğer yandan çalışan sayısının emekli nüfusundan sadece yüzde 10 fazla olduğu iller de dikkat çekiyor. İzmir gibi nüfus ve ekonomik faaliyet bakımından güçlü bir şehirde bile 100 emekliye karşılık yalnızca 110 çalışan bulunması, sosyal güvenlik sisteminin coğrafi olarak da geniş bir baskı altında olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin en kalabalık ili olan İstanbul’da aktif/pasif oranı 1,64 ile ülke ortalamasının biraz üzerinde olsa da, bu oran dahi sürdürülebilirlik açısından oldukça düşük. Başkent Ankara’da 1,46 seviyesinde kaydedilen oran ise kamu istihdamının yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda dahi oldukça düşündürücü.

Bu tabloyu daha da zorlaştıran bir başka unsur, aktif sigortalı sayısının içine dahil edilen stajyer, kursiyer ve çıraklar. 2024 yılında bu gruptan 1,9 milyona yakın kişi aktif sigortalı statüsünde görünüyor. Ancak bu kişiler sistemin gerçek finansman yükünü karşılamada sınırlı bir rol oynadığı için zorunlu sigortalı çalışan sayısının 23,2 milyon olması, sosyal güvenlik sistemine katkı sağlayan gerçek prim ödeyici tabanın daha dar olduğunu gösteriyor.

Tüm bu veriler bir araya geldiğinde Türkiye’nin aktif nüfusunun büyüme hızının yavaşladığı, emekli nüfusunun ise hızla arttığı açık bir şekilde görülüyor. Bu da sosyal güvenlik sisteminde artan bir finansman açığı riskini beraberinde getiriyor. Uzun vadede sistemin sürdürülebilirliği için istihdamı artıran politikalar, kayıt dışı istihdamla mücadelenin güçlendirilmesi, kadın ve gençlerin iş gücüne katılımının artırılması gibi adımlar kaçınılmaz hale geliyor. Aynı zamanda demografik dönüşümün yarattığı baskıyı hafifletebilmek adına göç politikalarının düzenlenmesi, erken emekliliğin sınırlandırılması ve sosyal güvenlik reformlarının yeniden ele alınması da gündemde kalmayı sürdürecek.

Türkiye’nin geleceği açısından en kritik adım, sosyal güvenlik sisteminin yükünü taşıyabilecek geniş bir çalışan nüfusunu ve nitelikli istihdamı yaratmak olacaktır. Aksi hâlde bugünün rakamları yarının çok daha ağır finansal ve sosyal maliyetlerine dönüşebilir. Bu veriler yalnızca bir istatistik değil; ülkenin ekonomik gücünün, demografik yapısının ve sosyal devlet anlayışının geleceğine dair güçlü bir uyarıdır.