Türkiye’nin Ekonomisi En İyi Ne Zamandı?

Türkiye’nin ekonomisi en iyi ne zamandı? Bu soru, yalnızca ekonomik verilerle değil, aynı zamanda toplumsal refah, istikrar, yatırım ortamı ve bireylerin geleceğe dair umut düzeyiyle birlikte değerlendirilmesi gereken çok katmanlı bir meseledir. Her dönem kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir; çünkü ekonomik başarı yalnızca büyüme oranları ya da ihracat rakamlarıyla değil, aynı zamanda bu büyümenin toplumun geniş kesimlerine nasıl yansıdığıyla ölçülmelidir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Osmanlı’dan devralınan ekonomik enkaz ve dışa bağımlı yapının yerine milli ve bağımsız bir ekonomi kurma çabaları öne çıkmıştır. 1930’lu yıllarda uygulanan devletçilik politikalarıyla sanayi yatırımları yapılmış, Sümerbank, Etibank gibi kurumlar kurulmuş, kalkınma hamleleri başlatılmıştır. Dışa kapalı bir model olmakla birlikte, bu dönemde kamu öncülüğünde kurulan tesisler uzun vadede ekonomiye önemli katkılar sağlamıştır.

1950’li yıllarda Demokrat Parti döneminde tarımda makineleşme ve Marshall Planı desteğiyle birlikte kırsal kalkınma görece hızlanmıştır. Ancak bu dönemde dış borçlanmaya dayalı büyüme ve ithalatın artması, kırılgan bir yapı oluşturmuştur. Yine de bu yıllar, birçok kişi tarafından kalkınmanın görünür hale geldiği bir dönem olarak hatırlanır.

1980 sonrasında uygulamaya konan dışa açılma politikaları, Türkiye ekonomisinde önemli bir kırılma yaratmıştır. Turgut Özal liderliğinde ithal ikameci ekonomi politikalarından ihracata dayalı serbest piyasa ekonomisine geçiş sağlanmıştır. Bu dönemde ihracat artmış, özel sektör güçlenmiş ve Türkiye dünya ekonomisiyle daha bütünleşik hale gelmiştir. Ancak aynı zamanda gelir dağılımında bozulma, bölgesel eşitsizlikler ve sanayide yapısal dönüşüm eksiklikleri gibi sorunlar da derinleşmiştir.

1990’lı yıllar ise kronikleşmiş enflasyon, siyasi istikrarsızlık ve mali disiplinin bozulması gibi nedenlerle ekonomik olarak çalkantılı geçmiştir. Kamu harcamalarının kontrolsüz artışı, yüksek bütçe açıkları ve kısa vadeli borçlanmalar Türkiye’yi 1994 ve 2001 yıllarında ağır ekonomik krizlere sürüklemiştir. Özellikle 2001 krizi, bankacılık sisteminin çökmesi, dövizde büyük artış ve işsizlik patlamasıyla hafızalarda yer etmiştir.

Türkiye ekonomisinin en dengeli ve istikrarlı dönemlerinden biri ise 2002-2011 arası olarak öne çıkmaktadır. Bu yıllarda siyasi istikrarın sağlanması, AB üyelik süreciyle gelen reformlar, IMF ile yapılan anlaşmalar ve bankacılık sistemindeki yapısal düzenlemeler, Türkiye ekonomisine dışarıdan güvenin artmasını sağlamıştır. Doğrudan yabancı yatırımlar bu dönemde rekor seviyelere ulaşmış, enflasyon ve faiz oranları düşmüş, büyüme oranları istikrarlı şekilde seyretmiştir. Özellikle 2008 küresel krizinde birçok gelişmekte olan ekonomi daralırken, Türkiye ekonomisi hızla toparlanarak büyüme trendini sürdürmüştür. Bu yıllar, birçok uzmana göre Türkiye’nin ekonomik performansının zirve yaptığı dönemdir.

Ancak 2013 sonrasında bu dengeli yapı zayıflamaya başlamıştır. Küresel likidite bolluğunun azalması, siyasi belirsizlikler, hukuk sistemine dair eleştiriler ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığına yönelik tartışmalar, ekonomik güvenin sarsılmasına neden olmuştur. Krediye dayalı büyüme modeli uzun vadede sürdürülememiş, dış borç artmış, kur baskısı yoğunlaşmış ve enflasyon yeniden yükselişe geçmiştir. 2018 sonrasında yaşanan kur krizleri ve pandemi etkisiyle birlikte ekonomik kırılganlık daha da belirgin hale gelmiştir.

Sonuç olarak Türkiye’nin ekonomisi en iyi ne zamandı sorusuna verilecek yanıt, kriterlere göre değişkenlik gösterebilir. Ancak büyüme istikrarı, dış yatırım, düşük enflasyon, yüksek güven ve reform ivmesi dikkate alındığında 2002-2011 dönemi, ekonomi tarihimizde en dengeli ve en çok kalkınma vaadi taşıyan yıllar olarak öne çıkmaktadır. Bu dönemde sadece rakamlar değil, aynı zamanda toplumda ekonomik gelecek algısı da olumlu yöndeydi. Ekonomideki başarıyı sürdürülebilir kılmak için o yıllardaki reform ruhuna, şeffaflığa ve kurumsal sağlamlığa yeniden dönülmesi, bugün dahi hâlâ geçerliliğini koruyan bir ihtiyaçtır.