Türkiye ekonomisinin nabzını en net gösteren göstergelerden biri şirketlerin ayakta kalma çabalarıdır. 2025’in ilk sekiz ayında yaşanan tablo ise pek iç açıcı değil. Yalnızca bu dönemde tam 994 şirket konkordato talebinde bulundu. Bu rakam, geçtiğimiz yılın toplamını yüzde 73 aşarak rekor seviyeye ulaştı.
Son beş yılda toplam 2 bin 718 konkordato başvurusu yapılmışken, sadece 2025’te sekiz ayda görülen bu sayı, iş dünyasındaki sıkışıklığın ne kadar derinleştiğini ortaya koyuyor. Üstelik bu başvurular, son iki yılın toplamı olan bin 565 başvurunun da önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Sektörel dağılım, krizin hangi alanlarda daha sert hissedildiğini gösteriyor. İnşaat sektörü 268 başvuruyla başı çekiyor. İmalat sanayi 214 başvuruyla ikinci sırada, toptan ve perakende ticaret ise 145 başvuruyla üçüncü sırada yer alıyor. Listeye baktığımızda, ulaştırma ve depolama (88), konaklama ve yiyecek hizmetleri (61), diğer hizmet faaliyetleri (52) ve enerji, madencilik, tarım ve finans (159) sektörleri de ciddi bir şekilde etkilenmiş durumda.
Konkordato aslında şirketlerin iflastan önceki son nefes borusu. Bir tür “ben ayakta kalmak istiyorum, zaman verin” çağrısı. Ancak bu kadar çok sayıda başvuru, ekonomideki finansman sıkışıklığının, yüksek faizlerin ve talep daralmasının bir yansıması. Özellikle inşaat ve imalat gibi ekonominin çarklarını döndüren sektörlerde yoğunlaşması, işin ciddiyetini daha da artırıyor.
Burada asıl sorulması gereken soru şu: Bu başvurular geçici bir dalgalanmanın sonucu mu, yoksa yapısal bir sorun mu işaret ediyor? Ekonomide krediye erişim zorluğu, maliyetlerin artışı ve talep tarafında yaşanan daralma birleşince şirketler nefes alamıyor. Özellikle KOBİ’ler için tablo daha da zorlayıcı çünkü büyük firmaların aksine krizle başa çıkacak sermaye yastıkları yok.
Türkiye’nin bugünkü gündeminde büyüme, enflasyon ve cari açık kadar konkordato dalgasının da yer alması gerekiyor. Çünkü bu tablo sadece şirketlerin değil, istihdamın, üretimin ve vergi gelirlerinin de riske girdiğini gösteriyor.
Kısacası, konkordato başvurularındaki artış bir “erken uyarı sinyali” olarak okunmalı. Eğer bu alarm dikkate alınmazsa, ekonomide domino etkisiyle daha derin sorunlar ortaya çıkabilir. Bu yüzden çözüm, sadece borç yapılandırmalarında değil, aynı zamanda reel sektörün nefes alabileceği bir ekonomik zeminin yeniden inşasında yatıyor.










