Türkiye’de Sıcak Para Girişleri ve Cari Açık Arasındaki İlişki

Türkiye ekonomisi uzun yıllardır yapısal olarak dış kaynaklara bağımlı bir modelle ilerlemekte. Bu bağımlılığın en görünür yansımalarından biri ise cari açık ile sıcak para arasındaki hassas ve kırılgan ilişkide karşımıza çıkıyor. Ekonomide büyümenin finansmanı, dış borç ve yabancı sermaye girişleriyle sağlanırken, sıcak para olarak adlandırılan kısa vadeli yabancı sermaye hareketleri Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için hem fırsat hem de ciddi bir risk unsuru olmuştur. Bu ilişki, cari açığın sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahipken, aynı zamanda ekonomideki dalgalanmaların da başlıca nedenlerinden biridir.

Sıcak para, esas olarak yüksek getiri arayışındaki kısa vadeli yatırımcıların, finansal piyasalarda değerlendirmek üzere ülkeye soktuğu yabancı paradır. Türkiye’nin yüksek faiz dönemlerinde bu tür sermaye girişlerinde ciddi artışlar yaşanmış, özellikle portföy yatırımları ve borsa kanalıyla ciddi miktarda döviz girişi sağlanmıştır. Bu girişler döviz rezervlerini geçici olarak rahatlatmış, Türk Lirası üzerinde değer kazancı yaratmış ve faiz-döviz-enflasyon üçgeninde göreceli bir denge izlenmiştir. Ancak bu denge son derece kırılgandır. Çünkü sıcak para, en küçük bir güven kaybı ya da küresel likidite daralması halinde geldiği hızla geri çekilme eğilimindedir.

Türkiye’nin kronik cari açık problemi ise bu bağlamda sıcak para ile iç içe geçmiş bir yapıya sahiptir. Cari açık; bir ülkenin ihracatından daha fazla ithalat yapması, dış borç faiz ödemeleri ve yatırım gelirleri gibi kalemlerde döviz çıkışının döviz girişinden fazla olması durumudur. Türkiye, enerji bağımlılığı, düşük katma değerli üretim yapısı ve dışa açık tüketim eğilimleri nedeniyle uzun yıllardır cari açık vermektedir. Bu açık, sıcak para girişleriyle finanse edilmeye çalışıldığında ekonomi geçici olarak rahatlamış görünse de, yapısal dönüşüm sağlanmadıkça bu finansman modeli sürdürülebilir değildir.

Sıcak para ile cari açık arasındaki ilişki, bir bakıma kısa vadeli döviz ihtiyacının yabancı yatırımcılarla giderilmesi olarak özetlenebilir. Ancak bu model, Türkiye’yi küresel piyasalarda oluşabilecek her tür dalgalanmaya açık hale getirmiştir. ABD Merkez Bankası’nın faiz artırımı gibi gelişmeler, Türkiye’ye giren sıcak paranın aniden çıkmasına neden olabilmekte, bu da döviz kurlarında ani sıçramalara, faiz artışlarına ve ekonomik daralmalara yol açmaktadır. Böyle dönemlerde finansman kaynakları kuruduğunda, cari açığın etkisi katlanmakta ve ekonomik istikrar sarsılmaktadır.

Bu nedenle Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısının temelinde yalnızca cari açık değil, bu açığın nasıl finanse edildiği sorusu yatmaktadır. Sıcak para yerine doğrudan yatırımlara, üretim kapasitesini artıran uzun vadeli yatırımlara ve ihracatı artırıcı politikaların önceliklendirilmesine ihtiyaç vardır. Enerji ithalatına bağımlılığın azaltılması, teknoloji yoğun üretime geçiş, markalaşma ve dış ticaret politikalarının yeniden yapılandırılması; Türkiye’nin cari açığını kalıcı olarak daraltacak adımların başında gelmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada, kısa vadeli sermaye hareketlerine dayalı büyüme modeli hem ekonomik istikrarı tehdit etmekte hem de kamuoyunda ekonomik yönetimlere olan güveni zayıflatmaktadır. Sıcak para girişlerine bağımlı bir ekonomik yapının, kendi iç dinamikleriyle sürdürülebilirliği yoktur. Kalıcı çözüm, yapısal reformlarla sağlanabilir. Aksi halde Türkiye ekonomisi, sıcak para girişlerinin kısa vadeli etkisiyle zaman kazanmaya devam edecek; ancak bu kazanılan zaman, sorunun daha da büyümesine zemin hazırlayacaktır.