Türkiye’de Orman Yangınları ve Ekonomik Kırılganlık

Türkiye’de orman yangınları artık mevsimsel bir vaka değil; kronikleşmiş kültür ve eğitim zafiyetinin sonucu. Her yaz aynı sahneleri izliyoruz: yanmış ormanlar, boşaltılan köyler, tahliye edilen insanlar, duman altında kalmış şehirler, yok olan ekosistemler. Elbette ardından yükselen gıda fiyatları, bozulan tarım dengesi, eriyen turizm gelirleri. Yangınlar yalnızca bir doğa felaketi değil; ekonomi için de geniş çaplı bir kriz.

Son verilere bakıldığında tablo fazlasıyla çarpıcı. NASA’nın Haziran 2025 raporuna göre yalnızca İzmir, Manisa ve Bolu’da 5.019 hektar ormanlık alan küle döndü. Türkiye genelinde 48 saat içinde 68 orman, 82 ziraî alan yangını kayıtlara geçti. İzmir Seferihisar’da yaklaşık 50 konut tamamen yandı, havalimanı duman nedeniyle geçici olarak kapatıldı, yüzlerce kişi tahliye edildi. Manisa’da 41, Bilecik’te 23 ev ağır hasar aldı. Yanan alanlardan atmosfere yaklaşık 200 bin ton karbon salındı. Bu miktar on binlerce aracın yıllık emisyonuna denk.

Ancak mesele yalnızca istatistiklerden ibaret değil. Her yangın, toprak örtüsünü yok ederek su tutma kapasitesini düşürüyor; yeraltı su seviyeleri geriliyor, sel ve taşkın riski artıyor. Çölleşme tehdidi büyüyor, tarım alanlarının verimliliği düşüyor. Yangın sonrası bozulan ekosistem, arıcılıktan doğa turizmine kadar pek çok sektörün çökmesine yol açıyor. Bunun yanında duman ve partikül madde kaynaklı astım, KOAH, kalp-damar hastalıkları gibi sağlık sorunlarının görülme sıklığı da artıyor. Yani yanan yalnızca ağaçlar değil; sağlığımız, gelir kaynaklarımız, geleceğimiz.

Türkiye’de orman yangınlarının yaklaşık yüzde 88–90’ı insan kaynaklı. Bunun yüzde 54’ü doğrudan ihmalden (sigara, piknik ateşi, anız yakımı), yüzde 4’ü kasten, yüzde 40’ı ise faili meçhul sebeplerden çıkıyor. Bu tablo aslında orman yangınlarının “doğal afet” değil, “insan yapımı kriz” olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü esas yangın zihniyette. Davranışsal dönüşüm sağlanmadığı sürece, orman teşkilatlarının uçak ve helikopter filosunu genişletmesi ya da daha fazla itfaiye eri yetiştirmesi çözümü ancak kısmen iyileştirir.

Ekonomi boyutuna gelince… Türkiye zaten orman varlığını artan nüfus, sanayileşme baskısı ve enerji projeleri nedeniyle sürekli tehdit altında tutan bir ülke. Ormanlar yalnızca oksijen üretmekle kalmaz; karbon yutar, iklimi dengeler, su rejimini düzenler. Kayıp ormanlar, küresel iklim krizine doğrudan katkıda bulunuyor ve bu da tarım ürünlerinin rekoltesinden uluslararası ihracat fiyatlarına kadar pek çok ekonomik parametreyi etkiliyor. Her yangın, yerelde tarımsal üretimi sekteye uğratmakla kalmıyor, artan maliyetlerle gıda enflasyonuna da hız kazandırıyor.

Ayrıca orman ekosistemleri; mantar, yabani meyve, reçine, tıbbi aromatik bitki toplama gibi yöresel gelir kaynaklarının kaybına, arıcılığın gerilemesine, kır kırsalında yaşamın daha da zorlaşmasına neden oluyor. Böylece kırsaldan kente göç hızlanıyor, kentlerde işsizlik ve sosyal yardıma bağımlılık artıyor. Dolayısıyla yangınların maliyeti yalnızca ağaç değil; tarım, hayvancılık, turizm, sağlık ve sosyal refah boyutlarıyla geniş bir ekonomik hasar zinciri oluşturuyor.

Bütün bunlar, Türkiye’de orman yangınlarının yalnızca çevresel değil, aynı zamanda kültürel ve ekonomik bir mesele olduğunu net biçimde gösteriyor. Ağaçları enerji projeleri için kesmek, tarım alanlarını kontrolsüzce yapılaşmaya açmak, kırsalı yalnızlığa terk etmek, plansız kalkınma modelleriyle doğal sermayeyi hoyratça tüketmek… Tüm bunlar zaten toprağı, suyu, iklimi kırılgan hale getiriyor. Üzerine bir de ihmalkâr insan davranışları eklenince; yangın kaçınılmaz hale geliyor.

Son tahlilde, yangını söndüren su değil, bilinçtir. Türkiye’nin sürdürülebilirlik sorununu yalnız çevrecilere havale etmeden; tarımdan sanayiye, eğitimden turizme kadar her alanda köklü bir davranışsal dönüşümü benimsemesi gerekiyor. Aksi takdirde, her yaz mevsimi yalnızca küller içinde yeni “felaket manzaraları” değil; aynı zamanda yapısal kırılganlıklarımızın daha da derinleştiği bir ekonomik tahribat tablosunu da beraberinde getirecek. Bu yangın, suyla değil; ancak toplumsal farkındalıkla, önceliklerin doğru belirlenmesiyle sönecek.