Türkiye’de finansal zenginliğin dağılımını ve tasarruf alışkanlıklarını göstermesi açısından önemli bir gösterge olan milyon TL üzeri mevduata sahip mudi sayısı, son açıklanan BDDK verilerine göre yeni bir eşiği aşmış durumda. Eylül itibarıyla 1 milyon TL ve üzeri bakiyeye sahip kişi sayısı 2 milyon 736 bine ulaşırken, bu hesaplarda tutulan toplam mevduat 20,1 trilyon TL’yi geride bıraktı. Kısa bir zaman diliminde görülen büyük sıçrama, ekonomik görünüm açısından hem dikkat çekici hem de üzerinde düşünülmesi gereken pek çok başlık barındırıyor.
2024 sonunda 2 milyon 7 bin olan milyon TL üzeri bakiyeye sahip mudi sayısının sadece 9 ayda 728 bin kişi artması, tasarruf davranışlarında önemli bir dönüşüme işaret ediyor. Enflasyonun yüksek seyrettiği, TL’nin değer kaybının hızlandığı ve yatırım araçlarının belirsizlik ürettiği bir konjonktürde, bireylerin tasarruflarını koruma refleksi hem mevduat hesaplarında ciddi bir birikime hem de daha fazla kişinin milyon TL seviyesine ulaşmasına neden olmuş olabilir. Ancak bu artışın bir diğer yüzü, gelir dağılımındaki makasın hızla açılması riskini de akıllara getiriyor.
Toplam mevduatın 20,1 trilyon TL’ye ulaşması ve kişi başı ortalama mevduatın 7,3 milyon TL’nin üzerine çıkması, nominal olarak güçlü bir tablo çiziyor. Fakat bu rakamların reel anlamdaki karşılığı, ekonomideki fiyat genel seviyesine bakıldığında çok daha farklı bir resim sunuyor. Birçok kişi ve şirket, enflasyonist ortamda varlıklarını koruyabilmek adına mevduatlarını artırma yoluna giderken, milyon TL’nin alım gücü geçtiğimiz yıllara göre belirgin biçimde azalmış durumda. Dolayısıyla “milyoner sayısındaki artış”, geçmiş dönemlerin “zenginleşme” hissini tam anlamıyla yansıtmıyor.
Verilerde dikkat çeken bir diğer unsur, TL mevduatının yabancı para mevduatlasına göre daha güçlü artış göstermesi. TL cinsi mevduatın 12 trilyon TL’yi aşması, kur korumalı ürünlerin ve yüksek faiz ortamının yerel para cinsinden birikimi yeniden cazip kıldığını gösteriyor. Yine de yabancı para ve kıymetli maden hesaplarının toplam içindeki güçlü varlığı, vatandaşların hâlâ risk dağıtma arayışında olduğunu ve dövizden kopuşun sınırlı kaldığını ortaya koyuyor.
Yurt dışı yerleşik mudilerin sayısındaki artış ise Türkiye’nin finansal cazibesi açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu. 9 ayda 36 bin artışla 215 bine ulaşan bu grubun toplam 1,3 trilyon TL’yi aşan mevduatı, bir yandan küresel yatırımcı ilgisinin sürdüğünü gösterirken, diğer yandan yüksek getirili TL enstrümanlarının uluslararası yatırımcılar için de çekici hâle geldiğinin sinyalini veriyor.
Bu tabloyu geniş bir perspektiften okumak gerekirse, Türkiye’de tasarruf sahipliğinin mutlak değer olarak büyüdüğü, ancak bunun toplumsal zenginlik artışı anlamına gelmediği açıkça görülüyor. Artan mevduat hacmi, yüksek fiyat seviyeleri ve enflasyondan korunma refleksinin bir sonucu olarak ortaya çıkarken, milyon TL gibi geçmişte önemli bir eşik olarak görülen değer bugün artık daha geniş bir kitle tarafından erişilebilir hâle geldi. Buna rağmen toplumun büyük bir bölümünün finansal kırılganlık yaşadığı, tasarruf yapma kapasitesinin sınırlı kaldığı düşünülürse, rakamlardaki artışın ardında belirgin bir eşitsizlik yapısı bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Milyoner sayısının ve toplam mevduatın artması, yüzeyde ekonominin büyüdüğü izlenimi yaratıyor olabilir; ancak bu büyüme geniş kitlelerin refahını artıran bir yapıda değil. Veriler, daha çok ekonomik koşullara verilen zorunlu tepkilerin, korunma amaçlı tasarruf davranışlarının ve finansal oynaklığın bir yansıması niteliğinde. Türkiye’nin gerçek anlamda bir zenginleşme dönemine girebilmesi için fiyat istikrarının sağlandığı, gelir dağılımının iyileştiği ve tasarrufların üretken alanlara yönlendirildiği bir ekonomik modele ihtiyaç var.









