Türkiye Varlık Fonu ve Borsa İstanbul: Ekonomide Stratejik Dönüşümün İzleri

Türkiye son yıllarda, küresel ekonomik dalgalanmalar, pandemi sonrası toparlanma ve jeopolitik gerilimlerin gölgesinde, kendi ekonomik bağımsızlığını güçlendirmeye odaklanan adımlar atıyor. Bu süreçte iki kritik aktör öne çıkıyor: Türkiye Varlık Fonu (TVF) ve Borsa İstanbul. Bu iki dinamik, ekonomide derin bir stratejik dönüşümün temsilcisi olarak ele alınmayı hak ediyor.

Türkiye Varlık Fonu: Milli Varlıkların Yönetiminde Yeni Bir Model

2016’da kurulan TVF, devletin elindeki stratejik varlıkları tek çatı altında toplayarak Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını küresel ölçekte korumayı ve büyütmeyi hedefliyor. Fonun portföyünde Ziraat Bankası, Halkbank, BOTAŞ, Türk Telekom gibi dev kuruluşların yanı sıra, enerji, ulaştırma ve teknoloji alanlarında kritik şirketler yer alıyor.

TVF’nin temel misyonu, Türk ekonomisinin uzun vadeli finansman ihtiyacını karşılamak, yabancı yatırımcıya güven vermek ve stratejik projeleri finanse etmek. Örneğin, İstanbul Finans Merkezi (İFM) projesi, TVF’nin finansal derinleşme hedefiyle doğrudan bağlantılı. Bu merkezin, bölgesel bir finans ve yatırım üssü haline gelmesi planlanıyor.

Ancak TVF’nin performansı tartışmaları da beraberinde getiriyor. Eleştiriler, fonun şeffaflık ve hesap verebilirlik standartlarının yetersizliğine odaklanırken, borçlanma stratejilerinin TL’deki dalgalanmalara etkisi sorgulanıyor. Fonun, varlık yönetiminde daha aktif ve yenilikçi bir rol üstlenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Borsa İstanbul: Yatırımcı Cazibesini Artırma Arayışı

Borsa İstanbul, son dönemde Türkiye’nin finansal piyasalardaki rekabet gücünü artırmak için önemli adımlar attı. Bu hamlelerin merkezinde, yabancı yatırımcıyı çekmek, piyasa derinliğini artırmak ve teknolojik altyapıyı güçlendirmek yer alıyor.

  1. Yeni Ürünler ve Piyasa Çeşitliliği:
    • Altın, gümüş ve petrol gibi emtialarda vadeli işlem sözleşmelerinin devreye alınması,
    • Katılım esaslı finansal ürünlerin geliştirilmesi (sukuk, İslami endeksler),
    • Şirketlerin halka arz süreçlerinin hızlandırılması (KOBİ’ler için kolaylaştırılmış IPO’lar).
  2. Teknolojik Dönüşüm:
    • Yeni nesil işlem platformları ve blokzincir tabanlı sistemlerin test edilmesi,
    • Yatırımcılar için mobil uygulamalar ve dijital arayüzlerin geliştirilmesi.
  3. Sürdürülebilirlik ve ESG:
    • BIST Sürdürülebilirlik Endeksi’nin genişletilmesi,
    • Şirketlere ESG (çevresel, sosyal, yönetişim) raporlama zorunluluğu getirilmesi.

Bu adımlar, Borsa İstanbul’un işlem hacmini artırmakla kalmadı, aynı zamanda “bölgesel bir çekim merkezi” olma iddiasını da güçlendirdi. Ancak, TL’deki volatilite ve düşük tasarruf oranları gibi makroekonomik riskler, borsanın potansiyelini sınırlayan unsurlar olarak öne çıkıyor.

TVF ve Borsa İstanbul: Sinerji mi, Gerilim mi?

İki kurumun hedefleri birbiriyle örtüşüyor: Yerli ve yabancı sermayeyi harekete geçirmek. TVF’nin Borsa İstanbul’daki şirketlere yatırım yapması veya stratejik halka arzlara destek olması, piyasa dinamiklerini olumlu etkileyebilir. Öte yandan, TVF’nin dev şirketleri bünyesinde tutması, borsanın likiditesini azaltabilir.

Önemli bir örnek: TVF’nin THY, TÜPRAŞ gibi şirketlerdeki hisselerinin bir kısmını borsada satışa sunması, hem piyasa canlılığı hem de kamu maliyesi açısından kritik olabilir. Ancak bu tür adımların zamanlaması ve şeffaflığı, yatırımcı psikolojisini doğrudan etkileyecektir.

Zorluklar ve Gelecek Senaryoları

  • Küresel Belirsizlikler: Fed’in faiz politikaları, Avrupa’da enerji krizi ve Çin’in yavaşlaması, Türkiye’nin hamlelerini sekteye uğratabilir.
  • Enflasyon ve Kur Riskleri: Yüksek enflasyon, yatırımcıların reel getirilerini aşındırırken, TL’deki dalgalanmalar portföy tercihlerini değiştirebilir.
  • Yönetişim Endişeleri: TVF ve Borsa İstanbul’un uluslararası standartlarda denetlenmesi, yabancı sermaye için güven tazeleyebilir.

Sonuç: Stratejik Sabır ve İnovasyon Şart

Türkiye Varlık Fonu ve Borsa İstanbul, ekonomide “yerli ve milli” vurgusunun ötesine geçerek küresel rekabete açılmayı hedefliyor. Ancak bu süreçte, şeffaf yönetim, teknolojik adaptasyon ve makroekonomik istikrar olmazsa olmazlar. Türkiye’nin, bu iki kurumu birbiriyle uyumlu şekilde yöneterek Asya, Orta Doğu ve Afrika’ya açılan bir finans köprüsü haline gelmesi mümkün. Ancak yol uzun ve engebeli…

Bu dönüşüm, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi iradenin stratejik sabrını da test edecek.