Türkiye ekonomisi, son yıllarda ciddi dalgalanmalara, finansal kırılganlıklara ve yapısal sorunlara sahne olmuş bir ekonomik yapıya sahiptir. Bu dalgalanmaların temelinde kısa vadeli çözümlere odaklanan, tutarlılığı zayıf ve öngörülebilirliği düşük iktisat politikaları yer almaktadır. Bu bağlamda, Türkiye ekonomisinin iktisat politikası açısından en büyük sorunu, “ekonomik karar alma süreçlerinde kurumsal bağımsızlık ve politika tutarlılığı eksikliği”dir.
Sağlıklı işleyen bir ekonomi için, para ve maliye politikalarının birbirini tamamlayıcı biçimde uygulanması, kurumların şeffaf ve öngörülebilir biçimde karar alması gerekir. Ancak Türkiye’de özellikle son on yılda bu denge ciddi biçimde bozulmuştur. Merkez Bankası gibi kritik kurumların bağımsızlığı tartışmalı hale gelmiş, karar alma süreçleri siyasi baskılara açık hale gelmiştir. Faiz kararlarının piyasa beklentileri dışında ve çoğu zaman siyasi hedeflere bağlı olarak verilmesi, enflasyonla mücadelede güven kaybına neden olmuştur.
Enflasyon, Türkiye ekonomisinin en acil sorunlarından biri haline gelmişken, uygulanan para politikaları bu sorunun çözümüne değil, daha da derinleşmesine neden olmuştur. Enflasyon beklentilerinin yönetilememesi, halkın Türk lirasına olan güvenini zayıflatmış ve dolarizasyonu artırmıştır. Tasarruf sahipleri yerel para biriminden uzaklaşırken, tüketim ve yatırım kararları belirsizlik içinde şekillenmeye başlamıştır. Bu durum sadece fiyat istikrarını değil, ekonomik büyümenin niteliğini de olumsuz yönde etkilemiştir.
Maliye politikalarında da benzer bir istikrarsızlık göze çarpmaktadır. Vergi sistemi adaletsiz yapısını korurken, kamu harcamalarının etkinliği ve hedeflere uygunluğu konusunda ciddi soru işaretleri bulunmaktadır. Kayıt dışı ekonomiyle yeterince mücadele edilmemesi, sosyal güvenlik açıklarının artması, bütçe disiplininin zaman zaman siyasi kaygılara feda edilmesi maliye politikasını etkisiz kılmaktadır. Üstelik kamu kaynaklarının çoğu zaman verimlilik esasına göre değil, kısa vadeli siyasi fayda beklentisiyle dağıtılması, yatırımların niteliğini düşürmektedir.
Bir diğer önemli sorun ise ekonomi yönetiminde güven eksikliğidir. Türkiye ekonomisi, hem iç yatırımcı hem de dış yatırımcı açısından güven unsuru açısından ciddi bir zayıflık sergilemektedir. Sürekli değişen ekonomi kadroları, çelişkili açıklamalar ve sık sık değiştirilen politika yönü, yatırım kararlarını olumsuz etkilemekte; sermaye girişlerini sınırlamakta, risk primini artırmaktadır. Bu durum hem cari açığın finansmanını zorlaştırmakta hem de dış borçlanma maliyetlerini artırmaktadır.
Yapısal reformların ertelenmesi veya siyasi gerekçelerle gündeme bile alınmaması da iktisat politikalarının derinleşen sorunudur. Eğitim sistemi, iş gücü piyasası, yargı bağımsızlığı, mülkiyet güvencesi gibi alanlarda atılacak her adım aslında uzun vadeli ekonomik verimliliği destekleyecek kritik hamlelerdir. Ancak bu alanlardaki iyileştirmeler kısa vadeli siyasi fayda sağlamadığı için geri planda kalmaktadır. Oysa iktisat politikaları ancak bu tür reformlarla uzun vadeli sonuçlar doğurabilir.
Kamuoyu nezdinde ekonomi yönetiminin güvenilirliğini artırmak, öncelikle şeffaf, öngörülebilir ve bağımsız kurumsal yapıların güçlendirilmesiyle mümkündür. Merkez Bankası’nın fiyat istikrarı hedefi doğrultusunda bağımsız hareket edebilmesi, mali disiplinin siyaset üstü ilkelere bağlı kalması ve ekonomik kararların sağlam verilere dayalı olarak alınması büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin iktisat politikası açısından en büyük sorunu, ekonomi yönetiminde kurumsal bağımsızlık ve politika tutarlılığı eksikliğidir. Bu eksiklik, tüm diğer sorunları besleyen, ekonomik güveni zedeleyen, yatırım ortamını bozan ve halkın alım gücünü aşındıran yapısal bir soruna dönüşmüştür. Bu sorun aşılmadan ne enflasyonla etkili mücadele mümkün olur, ne büyüme sürdürülebilir hale gelir, ne de toplum refahı gerçek anlamda artar. Kalıcı ve nitelikli bir kalkınma için, Türkiye’nin iktisat politikalarında güven inşa edecek bir yeniden yapılanmaya gitmesi kaçınılmazdır.