TÜİK’in Üçüncü Çeyrek İşsizlik Verileri: Rakamların Anlattığı Türkiye Gerçeği

Üçüncü çeyrek işsizlik sabit kaldı; hizmet sektörü büyüyor, sanayi daralıyor. Genç ve kadın işsizliği hâlâ en kritik sorun.

Türkiye ekonomisinin nabzını en net biçimde ortaya koyan göstergelerden biri olan işsizlik verileri, 2025 yılının üçüncü çeyreğinde durağan ama dikkatle okunması gereken bir tablo ortaya koydu. TÜİK’in Temmuz-Eylül dönemine ilişkin açıkladığı sonuçlar, yüzeyde istikrarı işaret etse de, satır aralarında hem umut veren gelişmeleri hem de kronikleşmiş yapısal sorunları barındırıyor. İşsizlik oranının yüzde 8,5 seviyesinde sabit kalması, ilk bakışta ekonomide dengeli bir istihdam piyasasına işaret ediyor gibi görünse de, bu oranın ardındaki detaylar gerçek fotoğrafı daha net bir şekilde gözler önüne seriyor.

Her şeyden önce, toplam işsiz sayısının 26 bin kişi azalarak 3 milyon 10 bine gerilemesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak bu gerilemenin, işgücüne katılım oranındaki hafif düşüş ile aynı döneme denk gelmesi, işsizlik oranının sabit kalmasında etkili oldu. Kadın ve erkek işsizlik oranlarındaki belirgin fark ise Türkiye’nin istihdam piyasasında cinsiyet eşitsizliğini hâlâ aşmakta zorlandığını gösteriyor. Erkeklerde yüzde 7 olan işsizlik oranının kadınlarda yüzde 11,2’ye çıkması, ekonomide kadınların daha kırılgan bir konumda olduğunun altını çiziyor.

Öte yandan istihdam rakamları, özellikle hizmet sektörünün Türkiye ekonomisi içinde giderek güçlendiğini bir kez daha kanıtlıyor. Üçüncü çeyrekte istihdam edilenlerin sayısı 65 bin kişi artışla 32 milyon 558 bine ulaşırken, bu artışın büyük bölümünün hizmetler sektöründen gelmesi dikkat çekici. Hizmet sektörünün istihdamdaki payını yüzde 59,3’e çıkarması, Türkiye’nin üretim ve sanayiden ziyade hizmet ağırlıklı bir ekonomiye doğru hızla evrildiğini gösteriyor. Buna karşılık sanayi sektöründe 147 bin kişilik istihdam kaybı yaşanması, üretim tarafında süregelen maliyet baskılarının, yatırım iştahsızlığının ve küresel taleplerdeki dalgalanmaların etkisini hissettiriyor.

Genç işsizlik verileri ise tabloyu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Bir önceki çeyreğe göre 0,5 puanlık düşüşle yüzde 15,3’e gerilemesi olumlu; ancak hâlâ her altı gençten birinin işsiz olması, Türkiye’nin geleceğe dair potansiyelini tam olarak kullanamadığını gösteriyor. Genç kadınların işsizlik oranının yüzde 21,8 gibi oldukça yüksek bir seviyede seyretmesi ise ayrı bir uyarı niteliği taşıyor. Bu durum, genç nüfusun işgücüne geçiş sürecinde fırsat eşitsizliği, nitelik uyumsuzluğu ve sosyal baskılar gibi çok katmanlı sorunlarla karşı karşıya olduğuna işaret ediyor.

Çeyrek veriler içinde en dikkat çeken gelişmelerden biri ise atıl işgücü oranındaki sert düşüş oldu. Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerin toplamını içeren bu oran yüzde 2,6 puanlık gerilemeyle yüzde 29,4’e indi. Bu düşüş, özellikle eksik istihdamdaki çözülmenin işgücü piyasasının yavaş da olsa toparlamaya başladığını düşündürüyor. Ancak atıl işgücünün hâlâ yüzde 30’a yakın seyretmesi, resmi işsizlik oranının ekonomideki gerçek işsizlik baskısını tam olarak yansıtmadığını kanıtlıyor.

Haftalık ortalama fiili çalışma süresinin 42,5 saate çıkması ise işgücüne dahil olan kesimin daha uzun süre çalıştığını ortaya koyuyor. Türkiye’nin çalışma sürelerinin hâlâ OECD ortalamalarının üzerinde seyretmesi, verimlilik sorununu ve kayıt dışılık risklerini yeniden gündeme getiriyor. Uzun çalışma saatleri, ekonomik büyümeyi doğrudan artırmıyor; aksine düşük verimlilik, aşırı yorgunluk ve iş tatminsizliği gibi sonuçlar doğuruyor.

Bu veriler ışığında Türkiye’nin üçüncü çeyrek istihdam tablosu, hem potansiyel hem de kırılganlık barındıran ikili bir yapı sergiliyor. Bir yandan hizmet sektöründeki büyüme ve genç işsizliğindeki hafif gerileme umut verici sinyaller üretirken, diğer yandan sanayideki istihdam kaybı, cinsiyet eşitsizliği ve yüksek atıl işgücü oranı ekonomide yapısal reformların zorunluluğunu hatırlatıyor. Türkiye’nin sürdürülebilir bir istihdam politikası geliştirebilmesi için sadece yeni iş alanları yaratması değil, aynı zamanda işgücünün niteliğini artıracak eğitim reformlarına, üretimi güçlendirecek desteklere ve kadınların istihdama katılımını kolaylaştıracak sosyal politikalara daha fazla ağırlık vermesi gerekiyor.

Bugün açıklanan rakamlar, Türkiye ekonomisinin henüz tam anlamıyla güvenli bir zemine oturmadığını, fakat doğru politikalarla dengeli bir büyüme rotasının mümkün olduğunu gösteriyor. Ekonomi yönetiminin önünde, hem istihdamı artıran hem de daha adil ve kapsayıcı bir çalışma piyasası inşa eden çok boyutlu bir gündem duruyor. Veriler, yolun uzun olduğunu ama yolun açık olduğunu hatırlatıyor.