Uluslararası basının Türkiye’ye bakışı son dönemde yeniden sertleşti. Bunun son örneği, prestijli İngiliz dergisi The Economist’ten geldi. Dergi, ABD Başkanı Donald Trump’ın, Türkiye’de CHP’ye ve özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskılar karşısında sessiz kalışını ağır ifadelerle eleştirdi. The Economist’in analizi, aslında yalnızca iki lider arasındaki siyasi dostlukları ya da alışverişi değil; aynı zamanda Türkiye’de demokratik standartların geldiği noktayı ve bunun Batı’daki algısını da gösteren önemli bir gösterge niteliğinde.
Trump ile Erdoğan arasındaki ilişki, uzun zamandır uluslararası gözlemcilerin ilgiyle izlediği bir konu. The Economist’e göre bu yakınlığın pratikteki karşılığı, Türkiye’de otoriter eğilimlerin daha da rahat hareket etmesine yol açıyor. Haberde, Trump’ın Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına ve CHP’ye yönelik artan baskılara dair hiçbir açıklama yapmayarak Erdoğan’a dolaylı bir şekilde “açık çek” verdiği savunuluyor. Dergi, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından bu yana en az 250 kişinin tutuklandığını hatırlatarak, Türkiye’deki iç siyasi dengeyi bozacak ölçüde bir baskı rejimi ihtimalinden bahsediyor.
Bu yorumların tamamen yabana atılacak cinsten olmadığı ortada. Gerçekten de Trump yönetiminin son dönemdeki tavrı, Erdoğan’ın elini uluslararası platformlarda bir nebze daha güçlendirmiş durumda. F-35 konusundaki esnek yaklaşımlar, Suriye’de Amerikan askerlerinin azaltılması, İran’la yürütülen arka kapı diplomasileri gibi başlıklar, Ankara-Washington hattındaki diyalogun geçmiş yıllara kıyasla daha sıcak seyretmesine neden oluyor. Trump’ın bu jestlerine karşılık Erdoğan da özellikle NATO ve bölgesel güvenlik konularında daha fazla uyum göstermeye başladı. Ancak Batılı düşünce kuruluşlarının ve medya organlarının ortak endişesi, bu siyasi pazarlıkların Türkiye’nin demokratik değerlerinden ödün verilerek sürdürülmesi.
Türkiye’de uzun yıllardır iktidar-muhalefet dengesi zaten son derece kırılgan. CHP gibi köklü bir partinin, sistematik baskılarla karşı karşıya kalması, yalnızca iç siyaseti değil; ülkenin dış dünyadaki imajını da doğrudan etkiliyor. Ekrem İmamoğlu örneği bunun en somut kanıtı. İstanbul gibi dev bir metropolü kazanmış bir belediye başkanının tutuklanması, Batılı başkentlerde “Türkiye’nin otoriterleştiği” algısını daha da kuvvetlendiriyor. Trump gibi dünyanın en büyük ekonomisinin başındaki isim ise bu süreci yalnızca izlemekle kalıyor; belki de stratejik sebeplerle sessiz kalmayı tercih ediyor.
Ancak bunun bedelini Türkiye’nin uzun vadede nasıl ödeyeceği belirsiz. ABD gibi küresel demokratik normları şekillendiren bir ülkenin, Türkiye’deki demokratik gerilemeye göz yumması; ileride Avrupa Birliği’nden veya uluslararası piyasalardan daha sert tepki dalgalarının gelmesine neden olabilir. Kısa vadede diplomatik çıkarlar ve askeri işbirlikleri öne çıksa da, uzun vadede hukuk devleti ilkelerinin aşınması, yatırım güvenliğinden insan haklarına kadar pek çok başlıkta Türkiye’nin karşısına daha karmaşık problemler çıkaracaktır.
Bu nedenle Trump’ın sessizliği sadece Erdoğan’a destek gibi görünmüyor; aynı zamanda Türkiye’deki demokratik kurumların daha da kırılgan hale gelmesine de zemin hazırlıyor. The Economist’in yorumu ne kadar sert bulunursa bulunsun, Türkiye’nin hem iç hem dış kamuoyunda demokratik standartlar üzerinden sorgulanmaya devam edeceği açık. Bu yüzden belki de asıl soru, Trump’ın neden sessiz kaldığından ziyade; Türkiye’nin bu sessizliğe güvenerek nasıl bir yol haritası çizeceği olmalı. Çünkü tarihin bize defalarca gösterdiği gibi, uluslararası ilişkilerde kısa vadeli siyasi dostluklar çoğu zaman uzun vadeli bedelleri beraberinde getiriyor.








