Trump’ın Powell’a Saldırısı ve ABD’de Siyasetin Para Politikasına Gölgesi

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Fed Başkanı Jerome Powell’a yönelik “derhal istifa etmeli” çağrısı, Washington’da siyaset ile merkez bankacılığı arasındaki gerilimi bir kez daha gün yüzüne çıkardı.

Trump, Truth Social üzerinden yaptığı paylaşımla, Powell’ın soruşturulması gerektiğini savunan ABD Federal Konut Finansman Ajansı Direktörü William Pulte’nin açıklamalarına destek verdi. Bu çıkış aslında sürpriz değil; zira Trump daha önce de defalarca Powell’ı hedef almış, onu faiz indirimlerinde geç kalmakla suçlamıştı.

Ancak bu sefer iş daha ciddi bir noktaya taşınmış durumda. Zira Pulte, Powell’ın Senato’daki konuşmalarında yanıltıcı ifadeler kullandığını, 2,5 milyar dolarlık Fed binası yenileme projesiyle ilgili olarak Kongre’ye yalan söylediğini ve bunun açık bir “görevi kötüye kullanma” örneği olduğunu iddia etti. Trump da bu argümanları sahiplenerek, Powell’ın artık soruşturulmasının bile yetersiz olduğunu, derhal istifa etmesi gerektiğini dile getirdi. Böylece ABD’de bağımsız merkez bankası yapısına doğrudan siyasi baskının yeni bir örneği daha ortaya konmuş oldu.

Trump’ın Powell’a yönelik öfkesi uzun süredir biliniyor. Başkan, ekonominin daha hızlı canlanabilmesi için Fed’in faizleri çok daha erken ve güçlü biçimde indirmesi gerektiğini savunuyor. Oysa Powell ve Fed’in büyük çoğunluğu, enflasyon tehdidini kontrol altına almak için uzun süre “yüksek faiz politikasını” koruma niyetinde. Bu görüş ayrılığı, Trump’ın yeniden seçildiği dönemde ekonomi politikasını şekillendirmek için daha agresif adımlar atma isteğiyle birleşince, Fed’in kurumsal bağımsızlığı tartışmalarını tekrar gündeme taşıdı.

Bütün bu gelişmeler, ABD’de para politikasının geleceği açısından önemli belirsizlikler yaratıyor. Powell’ın istifası ya da görevden alınması elbette kolay bir süreç değil; Fed Başkanı Kongre’nin onayıyla atanıyor ve bağımsız bir yapıya sahip. Ancak siyasal baskının bu kadar sert dillendirilmesi, yatırımcıların uzun vadeli faiz patikasına ve doların değerine ilişkin risk algısını etkileyebilir. Özellikle ABD Hazine tahvilleri piyasasında kırılganlığın artmasına, dolar endeksinde volatilitenin yükselmesine yol açabilir.

Diğer taraftan bu tartışmalar, küresel yatırımcıların da gözünden kaçmıyor. Zira dünyanın rezerv para birimi dolar ve ABD Hazine tahvilleri, küresel finans sisteminin en güvenli varlıkları olarak kabul ediliyor. ABD’de merkez bankası bağımsızlığına dair oluşacak en küçük kuşku bile, sermaye akımlarını, portföy tercihlerini ve risk iştahını derinden etkileyebilir. Nitekim Powell, görev süresi boyunca bağımsız duruşunu korumaya çalışarak piyasaları daha rasyonel beklentiler etrafında tutmayı başardı. Ancak Trump’ın söylemleri, ileride olası bir yönetim değişikliği halinde Fed’e siyasi müdahale kapılarını daha fazla aralayabilir.

Böylesi bir dönemde ABD ekonomisinde büyüme ivmesi, enflasyonun kalıcılığı ve jeopolitik riskler de eşzamanlı olarak fiyatlanıyor. Dolayısıyla Trump-Powell gerilimi yalnızca iç siyasi bir çekişme değil; tüm dünyada fon yöneticilerinin portföy kararlarını, hedge fon stratejilerini, hatta gelişmekte olan ülke para birimlerinin rotasını belirleyecek bir unsur haline geliyor.

Görünen o ki önümüzdeki süreçte ABD’de seçim ortamı sertleşirken, Trump’ın Powell’a yönelik baskısı daha da artabilir. Bu durum sadece ABD için değil, global piyasalarda da faiz beklentileri ve risk algısı üzerinde belirleyici olacak. Böyle bir atmosferde yatırımcıların daha temkinli, portföylerin ise daha defansif konumlanması şaşırtıcı olmayacaktır. Trump’ın mesajları, Powell’ın ise buna karşılık nasıl bir söylem ve politika çizgisi geliştireceği, dünya ekonomisinin önümüzdeki dönemdeki istikrarı açısından kilit konuların başında gelmeye devam edecek.