Nobel Barış Ödülü, dünya çapında en prestijli ödüllerden biri olarak kabul edilir ve genellikle küresel barışa katkıda bulunan kişilere verilir. Ancak bu ödülün etrafında zaman zaman siyasetin gölgesinin düştüğü tartışmalar da eksik olmamıştır. Şimdi benzer bir tartışma ABD Başkanı Donald Trump üzerinden yeniden gündeme gelmiş durumda. Trump, Nobel Barış Ödülü’nü hak ettiğini sık sık dile getiriyor, komiteyi açıkça hedef alıyor ve hatta ödülün verilme kararına yönelik kamuoyu baskısı oluşturmaya çalışıyor.
Trump, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, herkesin Nobel Barış Ödülü’nü kendisinin alması gerektiğini söyledi. Ardından da Beyaz Saray’da yaptığı açıklamalarda, ödülün “hiçbir şey yapmayan birine verileceğini” ileri sürerek, böylesi bir sonucun ABD’ye hakaret olacağını belirtti. Trump’ın bu yaklaşımı, Nobel Komitesi’nin bağımsızlığına dair yeni bir tartışmayı alevlendirdi. Zira geçmişte de benzer bir baskı girişimi yaşanmıştı. 2010 yılında Nobel Barış Ödülü’nün Çinli muhalif Liu Xiabo’ya verilmesi öncesinde Pekin yönetimi yoğun bir diplomatik kampanya yürütmüş, ancak Norveç Nobel Komitesi bu baskıları dikkate almamıştı.
Trump’ın “7 savaşı bitirdiği” yönündeki iddiası ise ciddi biçimde sorgulanıyor. Eleştirmenler, bu savaşların küçük ölçekli olduğunu, Trump’ın rolünün sınırlı kaldığını ya da savaşların çok önceden sona erdiğini hatırlatıyor. Bu nedenle Trump’ın Nobel’e layık görülmesi gerektiği iddiası, geniş çevrelerde karşılık bulmuyor. Ancak Trump’ın yakın çevresinde farklı sesler yükseliyor. Orta Doğu özel temsilcisi Steve Witkoff, Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşı ve Gazze’deki çatışmalar konusunda barış çabalarında yer aldığını savunarak, Nobel Komitesi’nin ödülü Trump’a vermesi gerektiğini dile getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun da zaman zaman bu konuyu kamuoyuna taşıyarak bir tür propaganda görevi üstlendiği belirtiliyor.
Nobel ödülünü Trump lehine gündeme getirenler yalnızca siyasiler değil. Pfizer CEO’su Albert Bourla da Warp Speed Operasyonu kapsamında Covid-19 aşılarının geliştirilmesindeki liderliği nedeniyle Trump’ın ödüle layık olabileceğini söyledi. Bourla’nın bu çıkışı, tıbbi bir başarı üzerinden siyasi bir meşruiyet inşası çabasını hatırlatıyor. Ancak Nobel Komitesi, bugüne kadar sağlık alanındaki buluşlar için bu ödülü vermekten çok, insan hakları, barış müzakereleri ve çatışmaların çözümüne katkılar üzerinden kararlar almayı tercih etti.
Tüm bu tartışmalar, Nobel Barış Ödülü’nün sadece bir prestij meselesi değil, aynı zamanda uluslararası siyasette güç ve nüfuz aracı olarak da görüldüğünü hatırlatıyor. Trump’ın Norveç Maliye Bakanı ve NATO eski Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile yaptığı görüşmede dahi Nobel ödülünü gündeme getirmesi, meselenin yalnızca bir kişisel onur değil, aynı zamanda siyasi sermaye meselesi olduğunu gösteriyor.
Norveç Nobel Enstitüsü Direktörü Kristian Berg Harpviken, doğrudan siyasi baskıya maruz kalmadıklarını ifade etse de kamuoyu kampanyalarının etkisinin yadsınamayacağını belirtiyor. Bu da Trump’ın yürüttüğü kampanyanın Nobel karar mekanizmasında doğrudan değilse bile dolaylı bir etki yaratabileceğine işaret ediyor.
Sonuçta, Nobel Barış Ödülü’nün Trump’a verilip verilmeyeceği belirsizliğini koruyor. Ancak bu tartışma, ödülün bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşüren bir süreç olarak tarihe geçecek gibi görünüyor. Trump, ödülü kazanmasa bile, ödülün kendisi üzerinden oluşturduğu siyasi gündemle istediğini büyük ölçüde elde etmiş durumda. Çünkü bu sayede hem kendi seçmen tabanına hem de küresel kamuoyuna “barışın lideri” imajını zorlasa da hatırlatmaya devam ediyor.








