Teknoloji ve İşsizlik: Otomasyon Sosyal Eşitsizliği Artırıyor mu?

Teknolojik ilerleme, insanlık tarihi boyunca refahın ve üretkenliğin itici gücü oldu. Ancak endüstriyel robotlardan yapay zekâya uzanan otomasyon dalgası, bugün “yaratıcı yıkım” kavramını yeniden tartışmaya açıyor: İşler hızla dönüşürken, bu süreç toplumsal eşitsizliği derinleştiriyor mu?

Geçmişten Bugüne: Teknoloji İşsizliği Tetikler mi?

Tarihte bu soru ilk kez sanayi devrimi sırasında gündeme geldi. Dokuma tezgâhlarını devralan makineler, binlerce işçiyi sokakta bıraktı. Ancak zamanla yeni sektörler doğdu ve istihdam yeni alanlara kaydı. Peki bugün farklı ne? Cevap, otomasyonun hızı ve kapsamında yatıyor. McKinsey’in 2020 raporuna göre, 2030’a kadar küresel işgücünün %14’ü otomasyon nedeniyle iş değiştirmek zorunda kalacak. Üstelik bu kez sadece fiziksel emek değil, veri analizi, müşteri hizmetleri gibi beyaz yakalı alanlar da risk altında.

Eşitsizliği Besleyen Dinamikler

  1. Yetenek Uçurumu: Otomasyon, düşük vasıflı işleri ortadan kaldırırken, yüksek vasıflı çalışanlara olan talebi artırıyor. Örneğin, bir Amazon deposunda çalışan işçinin yerini alan robot, yazılım mühendisleri ve veri uzmanlarına ihtiyaç doğuruyor. Ancak bu geçiş, eğitim ve finansal imkânlara erişimi olmayanlar için bir tuzak. Dünya Bankası verileri, düşük gelirli ülkelerde yetişkinlerin yalnızca %7’sinin ileri dijital becerilere sahip olduğunu gösteriyor.
  2. Gelir Dağılımında Kutuplaşma: MIT ekonomisti Daron Acemoğlu’nun vurguladığı gibi, otomasyonun getirdiği verimlilik artışından en çok sermaye sahipleri ve üst düzey yöneticiler yararlanıyor. OECD ülkelerinde 1980’den bu yana, işçi ücretlerinin GSYİH’daki payı %10 azaldı.
  3. Coğrafi Dengesizlikler: Teknoloji merkezleri (Silikon Vadisi, Shenzhen) ile sanayisizleşen bölgeler arasındaki uçurum derinleşiyor. Fransa’da “sarı yelekliler” hareketi veya ABD’de Rust Belt’in siyasi kırılganlığı, bu kopuşun sosyal sonuçlarını yansıtıyor.

Çözüm Nerede? Politikalar ve Toplumsal Sözleşme

Otomasyonun kaçınılmaz olduğu bir dünyada, eşitsizliği azaltmak için üç temel adım kritik:

  • Eğitimde Devrim: MEB’in müfredatına kodlama eklemek yetersiz. İsveç’te olduğu gibi, yetişkinler için ücretsiz dijital okuryazarlık programları ve “ömür boyu öğrenme” modelleri yaygınlaştırılmalı.
  • Sosyal Güvenlik Ağları: Evrensel temel gelir (UBI) deneyleri (Kenya, Finlandiya), gelir kaybını telafi etmede umut vaat ediyor. Ancak bunun finansmanı için teknoloji şirketlerinin vergilendirilmesi şart.
  • İnsan Odaklı İnovasyon: Otomasyon, insan emeğini tamamen dışlamak yerine, onu tamamlayacak şekilde tasarlanmalı. Örneğin, sağlık sektöründeki AI tanı sistemleri, doktorların iş yükünü azaltırken mesleği ortadan kaldırmıyor.

Sonuç: İlerleme mi, Kaos mu?

Otomasyon, kaderimiz değil; bir tercihtir. Teknoloji, toplumun tamamı yerine bir azınlık lehine işlediğinde, ekonomik büyüme bile sosyal huzuru garanti edemez. 21. yüzyılın sınavı, makinelerle yarışmak değil, onları insanlığın kolektif çıkarına hizmet edecek şekilde yönlendirmek olacak. Unutmayalım: Buharlı makine de bir araçtı; onu köleliği sonlandıran da, çocuk işçiliğini körükleyen de insanın kendi iradesiydi.


Bu yazı, teknolojinin toplumsal etkilerini anlamak ve çözüm üretmek isteyenler için bir başlangıç niteliğindedir. Tartışmayı derinleştirmek, veriye dayalı politikalar tasarlamak ve “kimin için ilerleme?” sorusunu sormak hepimizin görevi.