Artık dünyayı anlamak için eski sözlükleri, eskimiş haritaları, paslanmış kavramları ve tekdüze analizleri bir kenara bırakmanın zamanı geldi. Ne devletler klasik anlamda hükmediyor, ne liderler halkı eskisi gibi temsil ediyor, ne de güç alışageldiğimiz odaklarda toplanıyor. Eski dünyanın kurumları, normları ve rejimleri yerini yeni, tanımlanması güç, çoğu zaman görünmez, ama etkisi mutlak olan yapılara bırakıyor. Zygmunt Bauman’ın ifade ettiği gibi: Eski haritalar yeni topraklarda işe yaramıyor. İçinde yaşadığımız çağ bir geçiş değil; bir kırılma, bir kopuş çağı.
Ekonomi ve siyaset artık başka yerlerde yazılıyor. Endüstri 4.0’la birlikte yalnızca üretim biçimimiz değil; zihin yapımız, toplumsal ilişkilerimiz, bedenlerimiz, mekan algımız ve zaman kavrayışımız da kökten değişti. Teknoloji yalnızca araç değil; yeni düzenin kurucusu ve yöneticisi haline geldi. Algılarımızı, tercih ve davranışlarımızı şekillendiren şey artık yalnızca medya değil, büyük veri. Gündelik hayatlarımız görünmez algoritmalarla biçimleniyor. Seçimlerimizi biz yaptığımızı sanıyoruz ama tercihlerimiz çoktan başkaları tarafından kodlandı bile. Modern çağın yöneticileri yalnızca siyasetçiler değil; veriyi elinde tutanlar, algoritmaları tasarlayanlar, küresel ağları yönetenler.
İçinde bulunduğumuz bu çağda artık çobanlar değişti. Siyaset biliminde halk-sürü benzetmesi Platon’dan bu yana süregelse de, çobanın kim olduğu artık kesin değil. Hatta bu çağda en çok sorgulanması gereken şeylerden biri de bu metaforun kendisi. Zira çoban olduğunu iddia edenlerin bazıları, sürüyü otlatmak değil, kesmek niyetinde. Halka hizmet etmek iddiasıyla gelen bazı liderler, gerçekte onun üzerine hükmetmenin yollarını arıyor. Popülizmin bu kadar güçlenmesinin temelinde de bu ikili yapı yatıyor. “Halk benim” diyen lider, elitlere karşı savaş açtığını iddia ediyor ama bir süre sonra kendisi başka bir elit sınıfa dönüşüyor.
Donald Trump bu yeni dönemin sembol figürlerinden biri. Geleneksel siyaset düzenine meydan okuyan, kurulu düzene karşı “halkın sesi” gibi davranan, ama arka planda yepyeni bir düzen kurmaya çalışan bir siyasal figür. Trump’ın söyleminde bürokrasi bataklık, medya düşman, sistem yozlaşmış. Ama asıl dikkat çeken, bu figürün arkasındaki yeni güç bloğu. Teknolojinin merkezinde duran, sermayeyi veriye yatıran, geleneksel devlet mekanizmalarını yetersiz bulan bir grup tekno-oligark: Elon Musk, Peter Thiel, David Sacks ve daha niceleri. Onlar Trump’la aynı oyunu oynamıyorlar. Onlar kendi oyunlarını kurmak, kendi düzenlerini yaratmak peşindeler.
Bu yeni elitin elinde tanklar, toplar yok. Ellerinde algoritmalar, platformlar ve neredeyse her bireyin dijital ayak izi var. Sürü artık merada değil; sosyal medya mecralarında otluyor. Ve bu otlama sırasında ne tükettiği, ne düşündüğü, neye oy vereceği, hatta ne hissedeceği önceden belirleniyor. Yani çoban artık lider değil, sistemin kendisi. Bu sistem, insanlar tarafından değil, makineler tarafından beslenen bir yapay zekâ bürokrasisiyle çalışıyor.
Tekno-oligarklar, klasik lider figürlerine ihtiyaç duymuyor. Çünkü onların inşa etmeye çalıştığı düzen, insanın biyolojik sınırlarının ötesinde, insan-sonrası bir geleceğe yöneliyor. Kimlikleri, ulusları, vatandaşlık haklarını, hatta demokrasiyi bile eski dünyanın kalıntıları olarak görüyorlar. Veri her şeydir; ve veriyi kim kontrol ediyorsa, o artık dünyanın yeni yöneticisidir. İşte bu yüzden dünya artık bir devlet başkanının imzasıyla değil; bir kod satırıyla şekilleniyor.
Sorulması gereken asıl soru şu: Sürünün çobanı kim? Lider mi? Oligark mı? Algoritma mı? Yoksa hiçbirimiz değil de, hepimiz birden mi? Küresel ölçekte insanlığı bir sürüye benzeten bu düzenin amacı ne? Güvenlik mi, kontrol mü? Refah mı, yönlendirme mi?
Bir başka önemli soru daha var: Eğer çoban diye bildiğimiz kişi kasapsa ne olacak? Ya sürüyü koruyan köpekler kurtlarla işbirliği yapıyorsa? Ya “köyümüz” sandığımız yer bir yanılsamadan ibaretse?
Bu çağda yöneticileri yalnızca lider listelerinde, devlet protokollerinde, zirve masalarında aramak yeterli değil. Gerçek güç, görünmeyen ağların içinde saklı. Devletler hâlâ önemli ama yeterli değil. Liderler etkili ama karar verici değil. Geleceği belirleyecek olanlar artık bilgiye, veriye, yapay zekâya hükmedenler. Bu yeni dünyada yöneticileri tanımak, sadece bugünü anlamak için değil, geleceği kurtarmak için de bir zorunluluk. Yoksa gözlerimizi açık tutmadığımız sürece, sürünün gittiği yerin mezbaha olmadığını kim garanti edebilir?










