Siyasette Güven Krizi: Vatandaş Ekonomi Yönetiminden Ne Bekliyor?

Toplumların refah düzeyi yalnızca ekonomik verilerle değil, aynı zamanda yönetenlere duyulan güvenle de doğrudan ilgilidir. Siyaset kurumuna olan güven, vatandaşların gelecek beklentilerini, tasarruf ve harcama alışkanlıklarını, yatırım iştahını ve genel yaşam memnuniyetini etkiler. Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik dalgalanmalar ve siyasi belirsizlikler, bu güvenin giderek erimesine yol açtı. Enflasyonun kontrol altına alınamaması, hayat pahalılığı, dövizdeki oynaklık ve sık sık değişen ekonomi politikaları, vatandaşların yönetenlere olan inancını ciddi biçimde zedeledi. Bu tablo karşısında, toplumun ekonomi yönetiminden beklentisi sadece rakamsal başarılar değil, aynı zamanda istikrar, şeffaflık ve adalet gibi temel değerlere dayanan bir yönetim anlayışıdır.

Siyasetteki güven krizinin temelinde, sözle eylem arasındaki tutarsızlık yer alıyor. Seçim dönemlerinde verilen ekonomik vaatler, iktidara gelindiğinde ya uygulanmıyor ya da kısa vadeli popülist politikalarla geçiştiriliyor. Vatandaş, yıllardır “istikrar” ve “güven” söylemleriyle şekillenen siyasi söylemlerin karşılığını günlük yaşamında bulamadığında hayal kırıklığı büyüyor. Bu hayal kırıklığı zamanla siyasete yabancılaşmaya, sandıktan uzak durmaya ya da radikal arayışlara yönelmeye neden olabiliyor. Oysa ekonomik istikrarın en önemli dayanağı, öngörülebilirliktir. Bu öngörülebilirlik de ancak güvenle sağlanabilir.

Vatandaşların ekonomi yönetiminden ilk ve en somut beklentisi, hayat pahalılığının kontrol altına alınmasıdır. Market raflarında her gün değişen fiyatlar, sabit gelirli vatandaşın yaşamını sürdürülemez hale getiriyor. Alım gücündeki erime, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal bir krizdir. İnsanlar artık temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ikinci, hatta üçüncü bir gelir kapısı aramak zorunda kalıyor. Bu koşullarda, sadece büyüme rakamlarını artırmak veya dış ticaret verilerini iyileştirmek toplumun geniş kesimlerine doğrudan bir fayda sağlamıyor. Gerçek başarı, vatandaşın cebine yansıyan, günlük hayatını kolaylaştıran sonuçlarla ölçülür.

İkinci temel beklenti, ekonomi yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Hangi kararın neden alındığı, hangi hedefe hizmet ettiği, hangi riskleri barındırdığı açıkça ortaya konulmalıdır. Vatandaşlar ekonomik kararların arka planını bilmek, süreçlere dair bilgilendirilmek ve gerektiğinde yönetenlerin hesap vermesini istemek en doğal haklarıdır. Ne yazık ki, uzun zamandır bu süreçler kapalı kapılar ardında yürütülmekte, ekonomideki olumsuz gelişmelerin sorumluluğu ya dış güçlere ya da “küresel dalgalanmalara” yüklenmektedir. Oysa içeride yapılması gereken yapısal reformlar, geciktikçe güven kaybı daha da derinleşmektedir.

Vatandaşın bir diğer beklentisi de liyakat esaslı kadroların ekonomi yönetiminde yer almasıdır. Bürokrasiye atanan isimlerin siyasi sadakatle değil, bilgi ve birikimle belirlenmesi, karar süreçlerinin sağlıklı işlemesi için kritiktir. Ekonomi yönetimi, kısa vadeli politik çıkarlarla değil, uzun vadeli kamu yararı gözetilerek şekillendirilmelidir. Aksi durumda alınan her karar geçici çözümlerle günü kurtarmaya çalışırken, uzun vadede daha büyük maliyetlere yol açmaktadır.

Tüm bu talepler aslında yeni bir şey değil. Vatandaşın beklentisi; tutarlı, adil ve akılcı bir ekonomi yönetimi. Bu da ancak siyaset kurumunun kendini yeniden inşa etmesiyle mümkün olabilir. Güven, bir gecede kazanılmaz; ama sürekli tutarsızlıklarla ve belirsizliklerle çok kısa sürede kaybedilebilir. Ekonominin sağlam temellere oturması için öncelikle güvenin yeniden tesis edilmesi gerekir. Bu güven ise sadece ekonomik göstergelerle değil, siyasetin dili, tavrı ve yönetişim anlayışıyla ilgilidir.

Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, sadece para politikalarını değil, siyaset tarzını da değiştirecek bir iradedir. Toplumu kucaklayan, farklı görüşleri dışlamayan, ortak aklı önemseyen ve şeffaflıktan taviz vermeyen bir yaklaşım, güvenin yeniden inşa edilmesinde temel rol oynayacaktır. Ekonomiyi yönetenler artık sadece rakamlarla değil, duygularla da ilgilenmek zorundadır. Çünkü ekonomik kararlar sadece piyasayı değil, toplumun ruh halini de etkiler. Ve ruhu incinmiş bir toplumun iktisadi çarkları sağlıklı işlemez.

Sonuç olarak, vatandaşın beklentisi karmaşık değil: İstikrar, güven ve adalet. Ekonomi yönetimi bu üç ilkeyi merkeze almadıkça, yapılan her hamle geçici olacaktır. Güven krizini aşmadan kalıcı ekonomik başarı elde etmek mümkün değildir. Bu yüzden siyaset, önce aynaya bakmalı ve kendini yeniden inşa etmeye cesaret etmelidir.