Sermaye, tarih boyunca sınır tanımaz bir dinamizmle hareket etmiş, coğrafyaları dönüştürmüş ve mekânları yeniden şekillendirmiştir. Ancak küreselleşme çağında sermayenin yayılma hızı arttıkça, bu sürecin yarattığı çelişkiler de derinleşiyor. Sermaye, fiziksel ve dijital sınırları aşarak “her yere” ulaşırken, insanların yaşam alanları, doğal ekosistemler ve toplumsal ilişkiler giderek “daralıyor.” Bu paradoks, modern kapitalizmin en temel gerilimlerinden birini ortaya koyuyor: Sermaye ne kadar genişlerse, mekânlar o kadar küçülüyor.
Sermayenin Yayılma Dinamikleri: Sınırsız Bir Sistemin Mantığı
Kapitalizm, doğası gereği genişlemek ve yeni alanları metalaştırmak üzere kurgulanmıştır. Endüstri Devrimi’nden bu yana, üretim araçlarının küreselleşmesi, finansal piyasaların entegrasyonu ve dijital teknolojilerin yükselişi, sermayenin coğrafi hareketliliğini katladı. Bugün, bir tıkla sınır ötesine akan finansal sermaye, çok uluslu şirketlerin lojistik ağları ve veri merkezlerinin küresel egemenliği, sermayenin “mekânsız” bir güce dönüştüğü izlenimini yaratıyor. Ancak bu izlenim aldatıcıdır. Sermaye, mekânı yok etmez; tam tersine, onu yeniden üretir, parçalar ve kendi çıkarları doğrultusunda yeniden tanımlar.
Örneğin, kentsel dönüşüm projeleri, sermayenin şehirleri nasıl “piyasa dostu” alanlara dönüştürdüğünün somut bir göstergesi. Tarihi mahalleler, lüks rezidanslara; halka açık parklar, özel alışveriş merkezlerine dönüşürken, bu süreç yerel halkı kent merkezlerinden uzaklaştırıyor. Benzer şekilde, tarım arazilerinin endüstriyel tarım şirketlerine devri, kırsal yaşamı çökertiyor ve küçük üreticileri topraksızlaştırıyor. Sermaye, bir yandan mekânı “verimlilik” adına yeniden şekillendirirken, diğer yandan bu mekânların toplumsal ve ekolojik dokusunu tahrip ediyor.
Daralan Mekanlar: İnsan, Doğa ve Kamusallık
Sermayenin yayılması, kaçınılmaz olarak eşitsiz coğrafyalar yaratıyor. Küresel Güney’deki serbest bölgelerde çalışan işçiler, asgari ücretle 16 saatlik vardiyalara mahkûm edilirken, bu bölgelerdeki kazanımlar Batılı hissedarların hesaplarına akıyor. Aynı şekilde, Amazon ormanlarının madencilik şirketlerince talan edilmesi, yerli halkların yaşam alanlarını yok ettiği gibi, küresel iklim krizini de derinleştiriyor.
Kamusallığın erozyonu ise bir diğer kritik sonuç. Sermaye, parkları, kütüphaneleri, sokakları ve hatta dijital platformları bile özelleştirerek, insanların ortak kullanım alanlarını gasp ediyor. Örneğin, sosyal medya platformları, sanal birer “kamusal alan” izlenimi verse de, bu platformlar üzerindeki her tıklama, kişisel verilerin metalaşmasına ve sermayenin konsantrasyonuna hizmet ediyor.
Dijital Genişleme ve Fiziksel Daralma
21’nci yüzyılda sermayenin en hızlı yayıldığı alanlardan biri de dijital ekonomi. Bulut bilişim, yapay zekâ ve platform kapitalizmi, sermayeye sınırsız bir genişleme alanı sunarken, bu süreç fiziksel dünyada yeni sıkışmalara yol açıyor. Örneğin, devasa veri merkezleri, enerji tüketimiyle doğal kaynakları tüketirken, dijital emekçiler (içerik üreticileri, gig ekonomisi çalışanları) güvencesiz koşullarda çalışmaya itiliyor. Dijitalleşme, bir yandan “sınırsız” bir dünya vaat ederken, diğer yandan insanları algoritmik denetim ve izolasyonla daralan sanal kabuklara hapsediyor.
Direniş ve Alternatifler: Mekânı Geri Kazanmak
Ancak bu tablo umutsuz değil. Dünya genelinde, sermayenin mekânsal tahakkümüne karşı direnişler de yükselişte. Kentsel hareketler (örneğin, Barcelona’nın belediye hareketi), topluluk temelli tarım projeleri, yerli halkların toprak mücadeleleri ve dijital haklar savunucuları, alternatif bir coğrafyanın imkanlarını gösteriyor. Bu hareketler, mekânın sermaye için değil, yaşam için örgütlenmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Sonuç: Sınırları Yeniden Çizmek
Sermayenin coğrafyası, kaçınılmaz bir kader değil, politik tercihlerin sonucudur. Mekânların daralması, insanlığın değil, kapitalizmin krizidir. Bu krizi aşmak için, sermayenin değil, toplumsal ihtiyaçların belirlediği bir mekânsallık inşa etmek gerekiyor. Bu da ancak demokratik planlama, ekolojik adalet ve kamusal mülkiyet temelinde mümkün. Unutmamalıyız: Mekân, sermayenin değil, yaşamın yayılma alanıdır.
Bu köşe yazısı ile, sermayenin küresel yayılımı ile yerel ve küresel mekânların nasıl dönüştüğünü ele alırken, eleştirel bir perspektifle alternatifleri de tartışmaya açmayı hedefliyorum. Okuru, “ilerleme” ve “büyüme” retoriğinin ardındaki çelişkileri sorgulamaya davet ediyorum.