Reel Sektörün Döviz Davranışında Yeni Dönem

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın son araştırması, firmaların döviz talebinde parasal sıkılaşma sonrasında belirgin bir dönüşüm yaşandığını ortaya koyuyor. 2023 Haziran’ında firmaların yabancı para mevduat oranı yüzde 60 seviyesindeyken, 2025 Haziran’ında bu oran yüzde 35’e kadar gerilemiş durumda. Bu dramatik düşüş, firmaların artık eskisi kadar döviz biriktirme eğiliminde olmadığını ve bilançolarını daha fazla TL ağırlıklı yönetmeye başladığını gösteriyor. Döviz tutma motivasyonunun azalması, parasal sıkılaşmanın güven unsuru yarattığının ve firmaların kur oynaklığını artık geçmiş dönemlere kıyasla daha az tehdit olarak gördüğünün işareti.

Araştırma akım veriler üzerinden de önemli bir tablo sunuyor. Net ihracatçı firmaların döviz satışlarının artmasıyla birlikte reel sektör son bir yılda genel olarak nette döviz satıcısı konumuna geçmiş durumda. Yani firmalar elde ettikleri dövizi artık kasalarında tutmak yerine piyasaya satmayı tercih ediyor. Bu gelişme hem piyasa likiditesine katkı sağlıyor hem de kur üzerinde yukarı yönlü baskıyı sınırlayıcı rol oynuyor. Net ithalatçı firmaların döviz akımı ise negatif ancak yatay seyrediyor. Yani bu kesimin döviz ihtiyacı devam etmekle birlikte, önceki dönemlere kıyasla belirgin bir artış göstermiyor.

Döviz talebinin kaynağındaki değişim ise dikkat çekici. Parasal sıkılaşma sonrası net ithalatçı firmaların toplam döviz talebi içindeki payı yüzde 65’e yükselmiş durumda. Bu da Türkiye’de reel sektörün döviz ihtiyacını artık daha çok dış ticaret ödemelerinin belirlediğini ortaya koyuyor. Enerji başta olmak üzere otomotiv ticareti, demir-çelik, kimya ve telekomünikasyon sektörleri son dönemde döviz talebinin büyük bölümünü oluşturuyor. Özellikle enerji ithalatı, Türkiye’nin döviz ihtiyacında her zamanki gibi kritik bir kalem olmaya devam ediyor.

Bu tablo finansal istikrar açısından iki yönlü okunabilir. Bir yandan ihracatçıların döviz arzı artarken ithalatçıların talebinin öne çıkması, döviz piyasasında daha dengeli bir yapı oluşturuyor. Bu, kur istikrarını destekleyen ve Merkez Bankası’nın rezerv politikasını güçlendiren bir gelişme. Diğer yandan, ithalatçı sektörlerin ödemeleri hâlâ Türkiye’nin döviz açığının temel kaynağı olmaya devam ediyor. Özellikle enerji fiyatlarındaki küresel oynaklık ve kritik hammaddelere bağımlılık, kur dengesi açısından kırılganlığı artıran unsurlar olarak varlığını sürdürüyor.

Döviz biriktirme eğiliminin azalması, şirket bilançoları açısından da önemli bir dönüşüm. Yıllardır olası kur şoklarına karşı güvence olarak görülen döviz mevduatları artık eskisi kadar cazip değil. Bu da firmaların TL’ye duyduğu güvenin artması ve finansman stratejilerinde daha fazla öngörülebilirliğe dayalı bir yaklaşım benimsediklerini gösteriyor. Ancak bu güvenin kalıcı olabilmesi için fiyat istikrarında sürekliliğin sağlanması gerekiyor. Aksi halde olası bir küresel ya da iç şok, firmaların yeniden dövize yönelmesine yol açabilir.

Sonuç olarak, reel sektörün döviz talebinde gözlenen dönüşüm Türkiye ekonomisi açısından kritik bir eşik. Firmaların nette döviz satıcısı haline gelmesi, cari denge ve kur istikrarı açısından olumlu bir gelişme. Ancak ithalatçı sektörlerin hâlâ döviz piyasasındaki ağırlığı ve enerji bağımlılığı, Türkiye’nin yapısal kırılganlıklarının devam ettiğini hatırlatıyor. Döviz talebinin spekülatif değil üretim ve ithalat ödemelerinden kaynaklanması ise doğru yönde bir adım. Bundan sonrası için esas mesele, bu dönüşümün kalıcı hale gelip gelmeyeceği. Türkiye, ancak üretim ve enerji alanında bağımlılığı azaltacak yapısal reformları devreye soktuğunda, döviz talebinde kalıcı bir dengelenmeden söz etmek mümkün olacak.