Eylül ayı, küresel finansal piyasalar açısından kritik bir döneme işaret ediyor. ABD Merkez Bankası’nın (Fed) 9 ay aradan sonra ilk kez faiz indirimine gitmesi beklenirken, diğer büyük merkez bankalarının izleyeceği politikalar da piyasalarda yön tayin edecek. Küresel ekonomide yaşanan dalgalanmalar, ticaret politikalarındaki belirsizlikler ve enflasyon baskısı, alınacak kararların önemini daha da artırıyor.
Fed’in 17 Eylül’de 25 baz puanlık faiz indirimiyle politika faizini yüzde 4,25–4,00 aralığına çekme ihtimali yüzde 87 olarak fiyatlanıyor. Bu oran, piyasalarda beklentinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Fed Başkanı Jerome Powell’ın Jackson Hole’da verdiği sinyaller, FOMC üyelerinin açıklamaları ve piyasaların fiyatlamaları, indirimin artık sürpriz olmaktan çıktığını gösteriyor. Ancak kararın yalnızca ABD ekonomisini değil, küresel sermaye akımlarını da doğrudan etkileyeceği aşikâr.
ABD’de uygulanan korumacı ticaret politikaları ve gümrük tarifelerine ilişkin belirsizlikler, Fed’in işini zorlaştırıyor. Bir yandan enflasyon hâlâ arzu edilen seviyelere gerilemiş değil, diğer yandan büyümenin ivme kaybetmemesi için faiz indirimine ihtiyaç duyuluyor. Bu ikilem, Fed’in para politikasında atacağı her adımı kritik hale getiriyor.
Küresel cephede de tablo farklı değil. Avrupa Merkez Bankası, İngiltere Merkez Bankası, Japonya Merkez Bankası ve Avustralya Merkez Bankası, kendi iç dinamikleri çerçevesinde temkinli adımlarını sürdürmeye hazırlanıyor. Enflasyonun kalıcılığı, enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar ve jeopolitik riskler, kararların etkisini daha da derinleştiriyor. Özellikle Çin’in ekonomik yavaşlaması ve ticaret savaşlarının yeniden alevlenme ihtimali, küresel büyüme üzerinde baskı kuruyor.
Türkiye açısından bakıldığında ise gözler 11 Eylül’de açıklanacak TCMB kararına çevrilmiş durumda. Temmuz ayında 300 baz puan indirime gidilerek politika faizi yüzde 43’e çekilmişti. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın enflasyon tahminleri, önümüzdeki yıllarda kademeli bir düşüş öngörüyor. Ancak enflasyonun yüksek seyretmesi ve kur korumalı mevduat uygulamasında yapılan değişiklikler, para politikasında denge arayışının devam edeceğini gösteriyor. Bu nedenle PPK kararından çıkacak mesajların, yalnızca faiz oranı değil, aynı zamanda politika yönü açısından da belirleyici olması bekleniyor.
Eylül aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler için de kritik olacak. Rusya, İsveç, Macaristan, Polonya ve Çekya merkez bankalarının kararları, bölgesel ekonomilerdeki yönü şekillendirecek. Özellikle enerji fiyatlarının etkisiyle Avrupa ekonomilerinde ortaya çıkacak tablo, küresel büyüme tahminlerini yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir.
Küresel piyasalarda beklenti artık faiz indiriminden çok daha fazlasını içeriyor. Yatırımcılar, merkez bankalarının enflasyonla mücadele ederken büyümeyi nasıl koruyacaklarına odaklanmış durumda. Fed’in 17 Eylül’de alacağı karar, yalnızca bir faiz indirimi olarak değil, aynı zamanda küresel ekonominin geleceğine dair bir yön haritası olarak da okunacak. Türkiye’nin ve diğer gelişmekte olan ekonomilerin bu süreçte alacağı pozisyon, sermaye akımlarından enflasyon görünümüne kadar pek çok faktörü doğrudan etkileyecek.
Sonuç olarak, önümüzdeki günlerde açıklanacak merkez bankası kararları, piyasalar için sadece rakamların ötesinde bir anlam taşıyor. Bu kararlar, küresel ekonomide hangi hikâyenin yazılacağını belirleyecek: kontrollü bir yumuşama mı, yoksa enflasyonun yeniden alevlenmesi mi? Yanıtın ipuçları, eylül ayında atılacak adımlarda saklı.










