Paranın Zamanı ve Ekonomik Güvenin İnşası

Para, yalnızca bir değişim aracı değil; aynı zamanda bir güven, beklenti ve zaman yönetimi göstergesidir.

Ekonomide belki de en güçlü ve en derin kavram “paranın zamanı”dır. Çünkü para, yalnızca bir değişim aracı değil; aynı zamanda bir güven, beklenti ve zaman yönetimi göstergesidir. Bugün alınan bir faiz kararı, sadece bugünü değil, yarının yatırım dengesini, tasarruf eğilimini ve büyüme potansiyelini doğrudan etkiler. Ekonominin rotası, merkez bankalarının “bugün” verdiği kararlarla “yarın”ın refahını belirler.

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı deneyim, faiz politikasının ekonomi üzerindeki belirleyici gücünü açık biçimde ortaya koymuştur. Aşırı düşük faizle büyümeyi teşvik etmeye çalışmak kısa vadede canlılık yaratabilir; ancak uzun vadede enflasyonu besleyerek ekonominin damarlarını tıkar. Diğer yandan, aşırı yüksek faiz politikası da üretimi, istihdamı ve iç talebi baskılayarak ekonomiyi soğutur. Bu nedenle hedef, ne düşük faiz inadı ne de yüksek faiz saplantısı olmalıdır. Asıl ihtiyaç duyulan, öngörülebilir, istikrarlı ve pozitif reel faiz ortamıdır.

Reel faiz tartışmaları, fiyat istikrarı ile büyüme arasındaki o hassas dengeyi yansıtır. Negatif reel faiz politikaları — yani enflasyonun faiz oranlarının üzerinde seyrettiği dönemler — ilk bakışta yatırımı ve tüketimi teşvik eder gibi görünse de, aslında kaynakların yanlış alanlara yönelmesine yol açar. Çünkü yatırımcı, üretken alanlara değil, kısa vadeli kazanç fırsatlarına yönelir. Tasarruf sahipleri ise paralarını korumak için döviz, altın veya gayrimenkule kaçar. Böylece finansal sistemdeki fon arzı daralır, ekonomik güven sarsılır.

Enflasyonun yüksek olduğu bir ekonomide kimse uzun vadeli plan yapamaz. Fiyat istikrarı bozulduğunda, paranın zaman değeri belirsizleşir; insanlar geleceğe değil, an’a yönelir. Bu da ekonomiyi kısa vadeli davranışların esiri yapar. Oysa kalıcı refah, istikrarlı bir enflasyon patikasında mümkündür. Enflasyon tek haneli seviyelere gerilediğinde, faizler de kendiliğinden rasyonel düzeylere iner. Bu durumda reel faiz, pozitif ama makul bir seviyede dengelenir. Böyle bir ortamda üretken yatırımlar artar, tüketim dengelenir ve tasarruflar yeniden finansal sisteme akar.

Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme rotası, güven ve öngörü üzerine kurulmalıdır. Çünkü ekonomik güven, yalnızca fiyatların istikrarıyla değil, politikaların tutarlılığıyla da sağlanır. Piyasalar, karar vericilerin kısa vadeli popülizme değil, uzun vadeli istikrara öncelik verdiğini görmek ister. Para politikasının değeri, sadece faiz oranıyla değil, bu oranın ne kadar öngörülebilir ve sürdürülebilir olduğuyla ölçülür.

Bugün dünya genelinde başarılı ekonomilerin ortak noktası, para politikalarının tutarlılığı ve iletişim gücüdür. Avrupa Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası ya da Japonya Merkez Bankası gibi kurumlar, kararlarını sürprizlerle değil, istikrarlı yönlendirmelerle alır. Türkiye de aynı yolda ilerlemek istiyorsa, piyasa ile güven ilişkisini yeniden inşa etmek zorundadır. Bunun yolu da şeffaflık, öngörülebilirlik ve fiyat istikrarına sadakatten geçer.

Sonuçta ekonomide güven, yalnızca paranın değil, politikanın da değerini korumakla mümkündür. Paranın zamanı kıymetlidir; ama o zamanı doğru yönetmek, doğru kararlarla mümkündür. Bugünün akılcı politikası, yarının istikrarlı büyümesini yaratır. Türkiye’nin önünde duran fırsat, geçici çözümler değil, kalıcı bir ekonomik mimari inşa etmektir. Fiyat istikrarını merkezine alan, makul reel faiz politikasını sürdüren bir ekonomi, uzun vadede hem büyümeyi hem refahı kalıcı kılabilir.

Ekonomik güven, sadece rakamlarda değil; kararların ardındaki akılda saklıdır.