Murphy’nin çarpıcı sözü, insanlık tarihinin belki de en eski gerçeklerinden birini özetliyor: “Hayatın altın kuralı şudur: Altını olan kuralı koyar, kuralı koyan altını alır.” Bu ifade, güç ve servet arasındaki simbiyotik ilişkiyi anlatan bir paradoksu ortaya koyar. Peki bu döngü nasıl işler ve toplumları nasıl şekillendirir?
Kuralı Koyan Altın Sahibi mi, Altın Sahibi Kuralı mı Koyar?
Paradoks, tavuk-yumurta ikilemini andırır. Tarih boyunca servet, siyasi ve sosyal kuralları belirlemede anahtar rol oynamıştır. Orta Çağ’da toprak sahipleri feodal yasaları şekillendirirken, Sanayi Devrimi’nde fabrikatörler emek yasalarını etkiledi. Günümüzde ise çok uluslu şirketler, vergi politikalarından çevre düzenlemelerine kadar küresel kurallara yön veriyor. Örneğin, 19. yüzyılda Rockefeller’ın Standard Oil’i, ABD‘deki tekel yasalarını bile zorlayacak bir güce ulaşmıştı. Benzer şekilde, günümüz teknoloji devleri, veri gizliliği yasalarını lobi faaliyetleriyle şekillendiriyor.
Felsefi Kökler: Marx’tan Modern Kapitalizme
Bu paradoks, Karl Marx’ın “Egemen sınıfın fikirleri, her çağda egemen fikirlerdir” sözünü hatırlatır. Servet, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasi sermayeye dönüşür. Örneğin, Osmanlı’da vakıf sistemiyle ağalar toplumsal etki alanını genişletirken, bugün holdingler medya üzerinden kamuoyunu yönlendiriyor. Ancak Murphy’nin vurgusu, bu sürecin geri beslemeli bir döngü yaratması: Kuralları belirleyenler, daha fazla servet biriktirerek iktidarlarını kalıcı hale getiriyor.
Modern Çağda Paradoksun Yansımaları
- Küresel Finans Sistemleri: Vergi cennetleri ve offshore hesaplar, serveti olanın kurallardan kaçmasını sağlıyor.
- Siyaset ve Lobicilik: ABD’deki Citizens United kararı, şirketlerin seçimlere sınırsız bağış yapmasına izin vererek siyaseti meta haline getirdi.
- Teknoloji Oligarşileri: Google ve Amazon gibi devler, dijital ekonomi kurallarını de facto belirliyor.
Toplumsal Sonuçlar: Eşitsizlik ve Güven Kaybı
Bu döngü, gelir adaletsizliğini derinleştirirken toplumsal sözleşmeyi de zedeliyor. OECD verilerine göre, dünyanın en zengin %1’i, küresel servetin %38’ine sahip. Türkiye‘de ise 2020’de en zengin %20’nin gelirden aldığı pay %47,5’e ulaştı. Bu uçurum, “emekle zengin olunur” mitini çürütüyor; zira kurallar, zaten zengin olanın lehine işliyor.
Çıkış Yolu Var mı?
- Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Siyasi bağışların ve lobi faaliyetlerinin kamuya açık olması.
- Küresel İş Birlikleri: Vergi kaçakçılığına karşı OECD’nin BEPS projesi gibi girişimler.
- Toplumsal Bilinç: Aktivizm ve sosyal hareketlerle denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi.
Sonuç: Kısır Döngüyü Kırmak
Murphy’nin paradoksu, insanlığın adalet arayışında karşılaştığı en büyük engellerden birini resmediyor. Ancak tarih, gücün tekelleşmesine direnen örneklerle de dolu: İsviçre‘deki referandum sistemi, İskandinav ülkelerinin sosyal demokrasisi… Çözüm, servetin değil, insan onurunun kural koyduğu bir düzeni inşa etmekte yatıyor. Unutmamak gerekir: Kurallar, altından daha değerli olan ortak iyiyi savunduğunda anlam kazanır.
Bu köşe yazısı, okuyucuyu hem tarihsel hem güncel perspektifte düşündürerek, ekonomik güç ile siyasi iktidar arasındaki ilişkiyi sorgulamaya davet ediyor. Paradoksun kırılması, ancak kolektif bir iradeyle mümkün olabilir.