Mustafa Kemal Atatürk: “Tam Bağımsızlık, Ancak Ekonomik Bağımsızlıkla Mümkündür”

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür” sözü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel taşlarından biridir. Bu cümle, yalnızca siyasi bir slogan değil, aynı zamanda bir ulusun varoluş mücadelesinin ekonomik boyutuna dair derin bir tespittir. Peki, Atatürk bu sözü hangi tarihsel bağlamda dile getirdi? Günümüzde bu düşünce ne kadar geçerli? İşte, bu soruların izinde bir analiz.

Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ekonomik Çöküş

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri, ekonomik bağımsızlığın kaybının siyasi çöküşü nasıl hızlandırdığının çarpıcı bir örneğidir. Kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) gibi uygulamalar, devletin mali egemenliğini yabancı güçlere devretmesine yol açmıştı. 19. yüzyılda sanayileşemeyen Osmanlı, ham madde ihracatçısı ve Avrupa’nın bitmek bilmeyen tüketim pazarına dönüşmüştü. Bu durum, Birinci Dünya Savaşı sonrası işgallerle birleşince, Anadolu’nun yeniden inşası için ekonomik özgürlüğün şart olduğu gerçeğini ortaya koydu.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı kazandığında, “siyasi zaferin ekonomik zaferle taçlandırılmadığı sürece kalıcı olamayacağını” biliyordu. Lozan Antlaşması’nda kapitülasyonların kaldırılması için verilen mücadele de bu bilincin yansımasıydı. Ancak Atatürk’e göre, antlaşmalarla elde edilen hakların korunması için üretim gücüne sahip olmak şarttı.

Atatürk’ün Ekonomi Politikaları: Milli İktisat Hamlesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Milli İktisat” anlayışı benimsendi. Hedef, dışa bağımlılığı azaltacak bir sanayi ve tarım altyapısı kurmaktı. Bu doğrultuda atılan adımlar şunlardı:

  1. Sanayileşme ve Devlet Öncülüğü: Sümerbank (1933) ve Etibank (1935) gibi kuruluşlar, tekstilden madenciliğe kadar kritik sektörlerde üretimi başlattı. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1934-1938) ile dokuma, demir-çelik ve kâğıt gibi alanlarda yerli üretim tesisleri inşa edildi.
  2. Tarım Reformu: Köylünün ezildiği aşar vergisinin kaldırılması (1925), tarımsal kredilerin artırılması ve traktör kullanımının yaygınlaştırılması, kırsal kalkınmayı hızlandırdı.
  3. Yerli Malı Vurgusu: “Yerli Malı Haftası” kampanyalarıyla tüketim alışkanlıkları değiştirilmeye çalışıldı. Yabancı mallara yüksek gümrük vergileri getirildi.
  4. Eğitim ve Teknoloji: Sanayi okulları ve yüksek enstitüler, nitelikli iş gücü yetiştirmek için açıldı.

Bu politikalar, 1929 Dünya Buhranı’na rağmen Türkiye’yi ayakta tuttu. Örneğin, 1930’larda Türkiye, pamuk ipliği ithalatını %90 oranında azaltmayı başardı.

Günümüzde Ekonomik Bağımsızlık: Küreselleşme Çağında Mümkün mü?

21’nci yüzyılda “tam bağımsızlık” kavramı, küresel tedarik zincirleri ve çok uluslu şirketlerin egemenliği nedeniyle tartışmalı hale geldi. Ancak Atatürk’ün vurguladığı prensip hala geçerliliğini koruyor: Bir ülke, stratejik sektörlerde dışa bağımlıysa (enerji, savunma, gıda), siyasi kararları da özgürce alamaz.

    Örneğin:

    • Enerji Bağımlılığı: Doğalgaz ithalatına bağımlı ülkeler, uluslararası krizlerde ekonomik darbe yiyor.
    • Teknoloji Transferi: Yüksek teknoloji üretemeyen ülkeler, dijital çağda “veri sömürgeciliği” riskiyle karşılaşıyor.
    • Finansal Kırılganlık: Döviz borçlanması yüksek ekonomiler, faiz artışları karşısında kırılganlaşıyor.

    Bu noktada, “ekonomik bağımsızlık” mutlak bir içe kapanma değil, stratejik özerkliktir. Güney Kore’nin yarı iletken endüstrisini geliştirmesi veya Çin’in “Yap-Yatırım-Yönet” projeleri, bu dengenin örnekleridir.

    Eleştiriler ve Denge Arayışı

    Atatürk’ün ekonomi modeli, bazı çevrelerce “devletçilik” ve “korumacılık” eleştirilerine maruz kaldı. Küreselleşme savunucuları, serbest piyasanın refah getireceğini iddia etti. Ancak 2008 finansal krizi ve COVID-19 döneminde tedarik zincirlerinin kırılganlığı, stratejik üretimin önemini yeniden hatırlattı.

    Türkiye açısından bakıldığında, 1980 sonrası liberalleşme politikaları, büyüme sağlasa da kronik cari açık ve dış borç sorununu beraberinde getirdi. Atatürk’ün “kendi yağıyla kavrulma” idealinden uzaklaşmanın bedeli, ekonomik krizlerle ödendi.

    Sonuç: Yeni Nesil Bağımsızlık Mücadelesi

    Atatürk’ün ekonomik bağımsızlık vizyonu, bugün “yeşil enerji”, “yapay zekâ” ve “gıda güvenliği” gibi alanlarda yeniden şekilleniyor. Tam bağımsızlık, artık yalnızca fabrika kurmak değil, teknoloji üretmek ve insan kaynağını geliştirmektir.

    Uluslararası iş birlikleri reddedilmeden, ancak kritik alanlarda dışa bağımlılık minimize edilerek ilerlenmelidir. Unutmamak gerekir: Ekonomik özgürlüğün olmadığı yerde, siyasi kararlar da başkalarının masalarında şekillenir. Atatürk’ün mirası, bu bilinci diri tutmamız gerektiğini hatırlatıyor.

    Ne diyordu Gazi?
    “Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferler kalıcı olmaz.”
    Bu söz, bugün de rehberimiz olmalı.