21’nci yüzyılda savaş artık toprağın üzerinde değil, ekranların arkasında yaşanıyor. Ne tanklar ilerliyor ne de tüfek sesleri duyuluyor; ama çok daha etkili, çok daha geniş çaplı bir savaş sessizce devam ediyor. Bugün terminal ekranına düşen basit bir “transaction completed” satırı, kimi zaman bir cephe hattının kilometrelerce ilerlemesinden daha büyük stratejik sonuçlar doğurabiliyor. Bunun adı sessiz işgal. Sınırlar aşılıyor, sistemler ele geçiriliyor, ama kimse “düşman” diye bağırmıyor. Çünkü düşman, kodun içinde gizleniyor.
Dünya bugün iki görünmeyen cephede var gücüyle savaş veriyor: Bir yanda dijital altyapıların egemenliği, diğer yanda finansal teknolojilerin karanlık potansiyeli. Aslında bu ikisi birbirinden ayrı bile değil; aynı zincirin halkaları. Eğer bir ülkenin teknolojik altyapısı kendine ait değilse, en ufak bir kurşun sıkılmadan bile o ülke işgal edilmiş sayılır.
Dijital egemenlik, çoğu zaman sadece teknik bir konu zannediliyor. Oysa bu doğrudan ulusal güvenlik meselesidir. Bir ülke kendi verisini, iletişim ağını, finans sistemini ve yazılım altyapısını kontrol edemiyorsa, dışa bağımlı hale gelir. Türkiye’nin bugün kullandığı kritik sistemlerin çoğu –veritabanından işletim sistemine, kamuya hizmet veren yazılımlardan bulut sunucularına kadar– büyük ölçüde ABD merkezli şirketlerin kontrolünde. Oracle, Microsoft, Amazon Web Services gibi devlerle yapılan sözleşmelere bakıldığında “ihracat kontrolü”, “mücbir sebep”, “veri paylaşımı” gibi maddeler açıkça yer alıyor. Yani Türkiye yarın ABD ile siyasi ya da askeri bir gerginliğe girerse, kritik devlet sistemlerinin aniden durdurulabileceği, verilerin talep edilebileceği veya erişimin engellenebileceği bizzat sözleşmelerde yazıyor. Bu bir komplo teorisi değil; hukuki bir gerçeklik.
İşte bu yüzden Rusya MIR, İran PayMon, Çin Dijital Yuan gibi kendi ödeme sistemlerini kurmaya çalışıyor. Ama bunlar da özgürlük için yapılmıyor; sadece kontrolü batıdan doğuya kaydırmak için. Sonuç değişmiyor: Kullanıcı yine gözetim altında.
Bugün savaş başlatmak için tanklara gerek yok; bir ülkenin SWIFT sistemine erişimi kesildiğinde, nefesi kesilmiş sayılır. Ödeme yapamaz, ithalat gerçekleştiremez, kredi bulamaz. Sadece ekonomi değil, bütün bir toplumsal düzen durur. Yazılım bu yüzden bir silahtır; kodla ülkeler diz çöktürülür.
Kripto dünyası… O bize “merkeziyetsizlik” diye sunulan masalın tam kalbi. Blockchain’in ilk anlatıldığı zamanları hatırlayın: “Artık kimse merkez değil, herkes eşit.” Peki gerçekte öyle mi? Fed bir açıklama yaptığında Bitcoin neden düşüyor? Kripto fiyatları neden hâlâ dolar üzerinden hesaplanıyor? Tether neden dolar rezervine bağlı? Demek ki merkez orada; sadece gözle görünmüyor.
Dahası, içeride görünmeyen yeni merkezler var. Discord kanallarında fiyat pompalayan gruplar, büyük cüzdan sahipleri (whale), algoritmik botlar, market maker’lar… Kriptoda manipülasyon “teknolojik başarı” adı altında paketlenip satılıyor. Geleneksel borsada manipülasyon olduğunda regülasyon vardı, cezalar vardı. Kriptoda ise Discord’da örgütlenip fiyat şişirenler, botlarla arka planda dump yapanlar sistemin “doğal akışı” olarak kabul ediliyor. Çünkü suçlu yok; sistem merkezsiz(!).
Böylece birileri hayali “özgürlük” anlatısıyla milyonlarca kullanıcıyı dolandırıyor. Kimi zaman varlığını kaybeden küçük yatırımcı, “zaten kripto böyle” deyip kaderine razı oluyor. Oysa manipülasyon daha hiç olmadığı kadar organize, daha hiç olmadığı kadar görünmez. Gerçek merkez, görünmeyen bir el olarak orada duruyor.
Bütün bu tablonun sonunda karşımıza çıkan ise dijital bir sömürgecilik. Lisans bedeli ödeyerek başkalarının veritabanlarına, işletim sistemlerine, API’lerine bağımlı kalıyoruz. Buna da çoğu zaman “yatırım” ya da “küçük risk” deyip geçiyoruz. Oysa geleceğin savaşı tanklarla değil, veri merkezleriyle kazanılacak. Eğer o kodlar, o altyapılar bizim değilse; hiçbir şey bizim değil demektir.
Bu yüzden tam bağımsızlık artık sınır karakollarında değil, sunucularda, veritabanlarında, çekirdek işletim sistemlerinde kazanılacak. Fintech’ten bankacılığa, vergi sistemlerinden nüfus kayıtlarına kadar her şey bizim kontrolümüzde olmak zorunda. Gerçek ulusal egemenlik artık kod satırlarının içindeki yetkide saklı.
Çünkü eğer o kodun sahibi sen değilsen, o zaman ne paran senin, ne sistemin, ne de geleceğin. İşte asıl savaş tam da burada başlıyor. Sessiz, görünmez, ama bir o kadar tehlikeli.










