Bu hafta, Türkiye’de yaklaşık 20,5 milyon kişiyi doğrudan, aileleriyle birlikte 50-60 milyonluk devasa bir kitleyi dolaylı olarak ilgilendiren kritik bir dönemeç yaşanacak. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 3 Temmuz Perşembe günü saat 10.00’da haziran ayı enflasyonunu açıklayacak. Böylece yılın ilk altı ayındaki enflasyon rakamı netleşecek ve buna bağlı olarak memur ile emeklilerin ikinci yarı yıl maaş ve aylık artış oranları da kesinleşmiş olacak.
Piyasaların beklentisine göre haziran ayında TÜFE’de yüzde 1,61 civarında bir artış gerçekleşirse, ocak-haziran dönemi enflasyonu yüzde 16,95 olarak kayda geçecek. Bu tabloya göre SSK ve BAĞ-KUR emekli aylıklarında yaklaşık yüzde 17, memur maaşları ve emekli memur aylıklarında ise toplu sözleşmeden kaynaklanan farklı hesaplama yöntemiyle yüzde 16’ya yakın bir artış söz konusu olacak. Aslında bu artış oranları, kamuoyunun uzun süredir beklediği, bütçeye de ciddi yükler getirecek bir zam döneminin somutlaşması anlamına geliyor.
SGK verileri ülkenin sosyal yapısı hakkında da çarpıcı bir tablo sunuyor. Türkiye’de 3 milyon 651 bin memur, 11,4 milyon SSK’lı, 2,9 milyon BAĞ-KUR’lu ve 2,5 milyon Emekli Sandığı (4C) kapsamında olmak üzere toplamda 16,9 milyon emekli ve hak sahibi bulunuyor. Bu kitle, düzenli aylık alan en büyük sosyal grup olmasının yanında, ülkede tüketim ve iç talebin sürükleyici kalemlerinden biri olarak da öne çıkıyor. Emekli maaşları sadece kişisel gelir değil; geniş aile yapısı içinde çoğu zaman birkaç haneyi ayakta tutan, kredi kartı borcundan eğitim harcamasına kadar pek çok giderin karşılandığı ana kaynak işlevi görüyor.
Öte yandan bu sosyal gerçekliğin finansmanında önemli kırılganlıklar göze çarpıyor. SGK yılın ilk çeyreğinde 25,4 milyon aktif sigortalıdan toplam 882 milyar lira prim tahsil etti. Ancak aynı dönemde emekli ve hak sahiplerine yapılan aylık ödemeler 867 milyar liraya ulaştı. Diğer sosyal harcamalarla birlikte SGK’nın toplam gideri 1 trilyon 298,9 milyar lira olurken, gelir 1 trilyon 241,2 milyar lirada kaldı ve kurum üç ayda 57,7 milyar lira açık verdi. Kısacası prim gelirleriyle giderlerin karşılanamadığı bu sistemin açıkları, bütçeden aktarılan kaynaklarla telafi ediliyor.
Devletin memurlara yaptığı harcamalar da enflasyon karşısında hızla artıyor. 2024’ün ilk beş ayında merkezi yönetim bütçesinden memurlar için yapılan toplam ödeme 1 trilyon 198,3 milyar liraya ulaştı. Bunun yaklaşık 356,5 milyar lirası temel maaş, 728,4 milyar lirası zam ve tazminatlar, kalanı ek çalışma, sosyal haklar, ödül ve ikramiyeler gibi kalemlerden oluşuyor. Bu rakamlar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 34,8 oranında bir artışa işaret ediyor. Altı aylık hacmin 1,4 trilyon lirayı, yıl sonunda ise yeni zamlarla birlikte toplam 3 trilyon lirayı aşması bekleniyor. Sadece memur maaşları değil, sözleşmeli personel, kamu işçileri, milletvekilleri ve diğer kamu personelini de içeren toplam personel giderleri ilk beş ayda 1,47 trilyon lirayı buldu. Bu, toplam bütçe giderlerinin yüzde 27,5’ini oluşturuyor.
Ancak ilginç bir gelişme de göze çarpıyor: Memurlar için yapılan sosyal güvenlik primi ödemeleri nominal olarak artsa da bütçe içindeki payı düşüyor. Bu durumun başlıca nedeni faiz harcamalarının neredeyse iki katına çıkarak bütçe içindeki ağırlığını artırması. Dolayısıyla personel giderleri ve sosyal güvenlik primlerinin bütçedeki oranları geriliyor. Bu tablo, Türkiye’nin giderek daha büyük bir borçlanma faizi yüküyle karşı karşıya olduğunu da gösteriyor.
Bütün bu veriler, aslında Türkiye’nin temel ekonomik ve sosyal dengesinin nasıl kırılgan bir zemin üzerinde durduğunu da ortaya koyuyor. Enflasyonun yarattığı maaş artışları, gelir düzeylerini nominal olarak yükseltirken, bütçe üzerindeki yükü katlıyor. Aynı zamanda emekli maaşları ve memur maaşları, iç talebi canlı tutarak büyümeyi destekliyor; fakat bu talep, üretken yatırım yerine daha fazla tüketim üzerinden şekillendiğinde, enflasyon döngüsünü de körüklüyor. Böylece bir kısır döngü oluşuyor: Enflasyon, maaş zammı getiriyor, maaş zammı harcamayı artırıyor, harcama enflasyonu besliyor ve bu yeniden daha yüksek zam ihtiyacı doğuruyor.
Bu zinciri kırmak için üretimi artıracak, katma değerli sektörleri güçlendirecek, cari açığı daraltacak politikaların hızla ve kalıcı şekilde uygulanması gerekiyor. Aksi halde her yıl benzer senaryolar, daha yüksek açıklar, daha büyük borçlanma ve daha kırılgan bir ekonomiyle yüz yüze kalmak kaçınılmaz görünüyor.
Memur ve emekli maaşlarına yapılacak bu hafta belirlenecek artış oranları, milyonların bütçesini biraz rahatlatacak olsa da, esas mesele Türkiye’nin kalıcı enflasyonla mücadelesi ve mali disiplinini nasıl koruyacağı sorusunda düğümleniyor. Dolayısıyla bu haftaki enflasyon açıklaması sadece maaş zamlarını değil, Türkiye ekonomisinin geleceğine dair ipuçlarını da taşıyor. Ekonomi yönetimi için ise asıl sınav, bu döngüyü kıracak yapısal adımları cesaretle atabilmekte saklı.










